Siyasî coğrafya kader midir?

İyiler, kötülüğe fırsat bulamadıkları için mi iyidirler? Veya namuslular, namussuzluk imkânı yakalayamadıkları için mi namusludurlar? Yolsuzluktan şikâyet edenler, yolsuzluk yapacak makamları kapamadıkları için mi, yani tesis yetersizliğinden dolayı mı dürüsttürler?

Adaletsizlikten dertlenenlerin, zulümden şikâyet edenlerin, bu dertlenme süreleri, hükmetme makamına gelene kadar mıdır? Bu erdemler, 'çaresizlikten dolayı mecburen edinilmiş ve ilk fırsatta terk edilmesi gereken mobil özellikler' midir? Yoksa her hâl ve şartta kalıcı mıdır?

Savunageldiğimiz değerleri, eğip bükme, kendimize, liderimize, klanımıza, cemaatimize, ideolojimize, teşkilatımıza, partimize vs. göre uyarlama kudreti elimize geçtiğinde nasıl davranmalıyız? Demokrasi, yönetme gücünü ele geçirinceye kadar mı kıymetlidir?

İnsan hakları, zulmeden değişinceye kadar mı önemlidir? Zulmetme makamına 'ortak kimlikten birisi' geçince zulüm gibi görünen o fiiller zulüm olmaktan çıkar mı?

Yolsuzluk, o yolsuzluğu yapana göre mi değişir? İşin içinde 'kutsal bir amaç' varsa, yolsuzluk yolsuzluk olmaktan çıkar mı? 'Düşman'la mücadelenin meşrû aracına dönüşür mü?

***

Adına 'demokrasi tarihi' denilebilirse eğer, bizim demokrasi tarihimiz acı çelişkilerle doludur…

'Tek parti rejimi'ni devirip iktidarı ele geçirdikten sonra bir yığın 'anti-demokrasi örneği'ne yataklık edenler, 'demokrasi kahramanı' olabildiler… 'Millet iradesi' kavramı nice keyfiliklerine örtü kesilebildi…

Bir başka örnekte, anti-demokrasiden sızlana sızlana büyüyenlerin iktidar olduktan sonra parti ve devleti nasıl da iç içe soktukları, mukadderatlarını birleştirmeye çalıştıkları açıkça görüldü…

Dindarlar üzerindeki baskıdan müthiş bir siyasî enerji üreterek gelişen siyasî akımın, benzer baskı türünü ve adaletsizliği başkaları üzerinde nasıl da yoğun bir şekilde uyguladığı ortaya çıktı… 'Herkes için hukuk' yerine 'acırsan acınacak hâle gelirsin' modeline geçilebildi…

Ya da 'sorular başkası çalsa kötüydü, bizimkiler çalınca hak' meselâ!..

***

Siyasetteki büyük çoğunluk, güç ele geçene kadar adil, demokrat, kul hakkına titiz… Ya sonra?

"Benim partim… Benim akrabam… Benim yolsuzum… Benim dâvâm… Benim cemaatim… Benim klanım…"

Adaletsizlik, herkes ve her düşünce için kötüdür ama dindarlar için çok daha kötüdür… Çünkü kul hakkı asla affedilmeyecek bir günahtır… Bunu göze alan her kimse, özellikle de idareciyse çok çetin bir imtihana yürüyor demektir…

O çelişkilerle dolu toplumsal gerçeğimiz, her türlü çifte standarda ve 'kendisinden olan adaletsizliğe' kılıf uydurup onay veriyor olsa da 'kimsenin kimseye fayda vermeyeceği o çetin gün' gelip çatacaktır…

***

Ebu Zerr, Muaviye'nin sarayında içinden geçenleri söyleyip kızgınlıkla oradan ayrıldıktan sonra arkasından birinin bağırdığını duyar… Durur, onu bekler…

Koşarak gelen adam "Muaviye gönderdi" diyerek kendisine bir kese uzatır… Ebu Zerr onun ne olduğunu sorunca, adam "Altın kesesi. Muaviye almanı istiyor" der…

Hiddetle reddeder Ebu Zerr… Bunu üzerine adam "Ey Ebu Zerr, eğer bunu kabul edersen Muaviye beni azad edecek, ben bir köleyim" diye seslenir…

İşte o anda Ebu Zerr, zamanları aşan şu tarihi cevabı verir: "Muaviye'nin gönderdiği o keseyi alırsam, sen kölelikten kurtulacaksın ama ben köle olacağım!.."

Ne mutlu modern köleliği kabul etmeyenlere… Her hâl ve şartta hakkı savunanlara… Hürriyeti adına her türlü güce karşı dik duranlara…

Yazarın Diğer Yazıları