Siyaset vefa maratonu değildir
CHP’de genel başkanlık yarışına katılan Özgür Özel, kimi partililerce vefasızlıkla suçlanıyor, “Yıllarca Kemal Kılıçdaroğlu’nun en yakın çalışma arkadaşıydı. Onun aldığı tüm kararları coşkuyla destekledi. O konuşurken duygulanıp hüngür hüngür ağladığı zamanlar oldu. Bu nedenle ona karşı adaylığını koymasını, ağır eleştiriler yapmasını yadırgıyoruz” deniyor.
Ben bu görüşe katılmıyorum.
Değişen koşullar, görüş ayrılıkları, doğan ihtiyaçlar beraberinde yeni siyasi duruşlar getirebilir pekâlâ.
Tarihimizde bunun pek çok örneğini görmek mümkün.
Birkaçını hatırlayalım:
-Celal Bayar ve Adnan Menderes, CHP’nin etkili isimlerindendi, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yakın çalışma arkadaşlarıydı. Ama öyle bir gün geldi ki bu ikili partilerine bayrak açarak Demokrat Parti’yi kurdu ve ilk değil ama ikinci seçimde İsmet İnönü’yü cumhurbaşkanlığından, CHP’yi de iktidardan indirdi, biri cumhurbaşkanı, diğeri başbakan oldu.
-Bülent Ecevit kendisini siyasete sokup bakan ve parti genel sekreteri yapan İsmet İnönü’ye muhalefet edip onun elinden CHP genel başkanlığını aldı.
-Süleyman Demirel ve Ferruh Bozbeyli, Adalet Partisi’nde omuz omuza mücadele etmiş ve bu partiyi iktidara taşımışlardı. Bu kader birliği Bozbeyli’nin yıllar sonra bir grup arkadaşıyla partiyi bölüp Demokratik Parti’yi kurmasını önleyemedi.
-Turhan Feyzioğlu CHP’nin etkin siyasetçilerindendi. Koşullar onu da partisinden koparıp Cumhuriyetçi Güven Partisi’nde siyaset yapmasını zorunlu kıldı.
-Daha yakın tarihlere gelecek olursak, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün “Millî Görüş” hareketinin lideri Necmettin Erbakan’a karşı çıkıp Ak Parti’yi kurduklarını görürüz.
-Emine Ülker Tarhan’ın Anadolu Partisi de CHP’den kopanların hareketiydi.
...
Siyaset baştan sonra birlikte koşulan bir vefa maratonu değildir.
Bu açıdan bakıldığında şu ya da bu partide liderlik mücadelesi verenlere de, partilerinden kopup yeni partiler kuranlara da “vefasız” yaftasını yapıştırmak manasızdır ve demokrasinin ruhuna aykırıdır.
Başarısızlığın nedeni
Teknik direktörler değişiyor, farklı kadrolar kuruluyor, yeni taktikler deneniyor ama millî futbol takımımız bir türlü başarıyı yakalayamıyor, zayıf rakipleri karşısında bile bocalıyor, sıradan bir takım görüntüsü veriyor.
Başarısızlığın faturası her defasında teknik direktörlere kesiliyor, onlar suçlanıyor, yollar ayrılıyor. İşte son olarak Stefan Kuntz’un işine son verildi.
Oysa bana kalırsa millî takımımızın istenen düzeye bir türlü gelemeyişinin bir numaralı sorumlusu Futbol Federasyonu’dur.
Süper Lig’de oynayan takımların yıllardır sahada 8 yabancı futbolcuyla yer almasına izin veren federasyonun kimseyi suçlamaya hakkı yoktur.
Yetenekli yerli oyuncularımızın çoğu 8+3 kuralı yüzünden takımlarında oynama fırsatını bulup kendilerini geliştiremiyor, millî takımda oynayacak düzeye bir türlü gelemiyorlar.
Yurt dışındaki takımlarda oynayan oyuncularımız da hem sakatlanma korkusu hem millî heyecanı tam hissedemedikleri için gerçek performanslarını gösteremiyorlar.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim:
Süper Lig’de 8 yabancı+3 yerli oyuncu oynatma kuralı sürdüğü müddetçe millî takımımızın başarı göstermesi tesadüflere bağlı olacaktır.