Sürekli önümüze sürüyorlar
Kıbrıs ve Yunanistan’la ilgili konuları “sorun” olarak kabul ettiğinizde, müzakere masasına oturma tuzağına düşer ve hakkınız olmasına rağmen önünüze “çözelim” diye sürülen konulara çare arayışlarına girerseniz elinizdekileri de kaybedersiniz.
Geçmişteki müzakerelerde neler yaşandığı hatırlanmalı, elde edilen tecrübeler daima göz önünde tutmalı, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunmamalıdır”.
Esas olan; uluslararası ve ikili görüşmelerde, hakkınız ve hukukunuz olan konularda tezlerinizi güçlü bir şekilde dile getirerek emrivakilere imkân tanımadığınızı göstermek, tezlerinizi kabul ettirmek, bunun için diplomaside yoğun çaba sarf etmek, gerektiğinde bunları politik girişimler ve askeri faaliyetlerle de güçlendirmektir.
Bunların örneklerini Annan Planı sürecinde, BM’nin desteklediği müzakerelerde, Yunanistan’la yapılan görüşme, toplantı ve her türlü diyalogda görmek mümkündür.
Türkiye’yi müzakere masasına çekme girişimleri
Bu konuda BM, AB, ABD, Yunanistan ve GKRY, özetle Batı ısrarlıdır. BM Gensek, müzakerelerin yeniden başlaması amacıyla kişisel özel temsilci görevlendirmiş, bu temsilci de tarafları, bir yemek düzenleyerek bir araya getirmeyi başarmıştır. Bu gelişme maalesef müzakere sürecinin yeniden açılmasına fırsat yaratacaktır.
Yemekteki en sıkıntılı husus, tarafların “yeniden birleşme sürecindeki adımları değerlendirmek üzere tekrar bir araya gelme” konusunda anlaşmalarıdır. Müzakerelere hangi formatta katılınacağı konusunda bir uzlaşı sağlanamamış, İngilizlerin 1960 modeline benzer bir Kıbrıs Cumhuriyeti önerisinin olduğu belirtilmiştir.
Bu modelde, Federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti, federe devletlerin de egemen toplumlu olması, böylece “sorunun” BM kriterlerine göre hem “Kıbrıs Federe Cumhuriyeti”, hem de Türklerin “egemen, eşit, iki devlet” tezine yakın bir şekilde çözülmesi öngörülmektedir. Garantörlük, asker bulundurma gibi hususlar söz konusu değildir.
Bu yaklaşım tamamen bir aldatmacadır. GKRY, ABD ve İngiltere’yle görüşerek ikinci bir Annan Planı oyununu kurgulamaya çalışmaktadır. Türk tarafı bu tuzağa düşmemeli, uyguladığı politikasından sapmamalıdır. Bu KTC’nin (KKTC) sonu demektir.
Kesinlikle müzakere masasına oturulmamalıdır. Masaya ancak “Egemen, Eşit İki Devlet” statüsünde KTC’nin tanınması/tescili için oturulabilir. KKTC adı da, federasyonu çağrıştırmaması için, bir an önce Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KTC) olarak değiştirilmelidir.
ABD-GKRY yakınlaşması sıkıntı yaratıyor
Orta Doğu’daki operasyonları için Kıbrıs güneyindeki İngiliz üslerini ve GKRY limanlarını kullanan ABD, Doğu Akdeniz’de daha geniş imkâna sahip olmak için, GKRY’yle “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak “savunma alanında iş birliği anlaşması” yapmış ve bu anlaşmayla onu da kendisine müttefik olarak seçmiştir. Ardından Biden, GKRY liderini Oval Ofis’te kabul etmiş, ziyarette ilişkilerin en yüksek noktada olduğu vurgulanmıştır. GKRY Lideri, Kıbrıs’ın 1974’ten beri Türkiye’nin işgalinde olduğunu söyleyerek, konunun BM parametrelerinde çözümü için ABD’den destek istemiştir.
Görüşmede, GKRY liderinin ülkesinin NATO üyeliğine ilişkin bir planı ABD Başkanına ilettiği ve GKRY’yi NATO/Amerikan üssü yapmak için çabaladığı gözden kaçmamıştır.
Türk tarafının, bu gelişmeye karşı strateji üretmesi, müzakere masasından uzak durması, KTC’nin tanınması için her ortamda ısrarlı davranması ve ikili temaslarla da bunu sağlama girişimlerinde bulunması gerekli görülmektedir.
Türkiye, gelişen NATO-AB stratejik ortaklığında NATO’nun esas, AB’nin tamamlayıcı rolde olmasını sağlamalı, GKRY’nin faaliyetlere katılmasını da önlemelidir.
Yunanistan’la müzakere açmazı
Türkiye’nin Yunanistan’la yaptığı istişari görüşmelerde güven arttırıcı önlemler üzerinde durulmuş, henüz esasa geçilmemekle birlikte, birçok konuda müzakere yapılmasının kararlaştırıldığı anlaşılmıştır.
Yunan Dışişleri Bakanı, yakınlaşma sürecinde yeterli güven seviyesine ulaştıklarını söylemiş, bir noktada Türkiye’nin kıvama geldiğini ima etmiştir. Türkiye’nin Libya’yla yaptığı Deniz Anlaşması’nı tanımadıklarını, Mavi Vatan tanımını kabul etmediklerini, Ege Denizi’nde taviz vermeyeceklerini, kırmızı çizgilerinin değişmediğini, egemenlik haklarına da sahip çıktıklarını söylemiştir. Bu durumda Türkiye’nin, Ege’deki aidiyeti Türkiye’ye ait olduğu bilinen ada ve adacıkların Yunanistan tarafından işgali, Lozan’la belirlenmiş adaların “gayri askerî statüde olması” hükmünün ihlali, deniz yetki alanları, Kıta sahanlığı, MEB, hava sahası tanımı konularında görüşme yapması tamamen sakıncalıdır. Türkiye bu konularda sadece Yunanistan’a, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının ihlal edildiğini söylemeli ve bunları sonlandırmasında ısrarlı olmalıdır. Bu konularda taviz verilemez, haklarımızdan vazgeçilemez.
İç cephede istikrar yok
Hak ve hukukumuzu, ulusal çıkarlarımızı koruyabilmek için iktidar, muhalefet ve bireysel olarak birlik içinde kararlı ve istikrarlı hareket etmemiz, olumsuz söylemlerden kaçınmamız, “devlet politikası” yönünde hareket etmemiz gerekmektedir.
İktidar, ABD’yle iyi ilişkiler kurmak, AB üyelik kapısını açık tutmak ve iktidarını devam ettirebilmek için ülkenin hak ve hukukundan, çıkarlarından, güvenliğinden taviz vermeyecek şekilde hareket etmelidir. AB’nin bütün kriterleri ve istekleri (egemenlik, güvenlik ve beka dahil) yerine getirilse dahi nüfus, serbest dolaşım, göç istilası, demografik yapı, Türkofobi, din farkı, Orta Doğu’ya sınır olma durumlarını göz önünde tutarak Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmeyeceği bilinmelidir. Türkiye’nin bunu yerine, Avrupa kurum ve ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirme, vize serbestisi, gümrük birliği, hatta NATO-AB savunma iş birliği gibi konularda yakın temas kurarak “İmtiyazlı Ortaklık” benzeri bir statüde bulunması, egemenliğimiz, güvenliğimiz, bekamız ve çıkarlarımız açısından daha faydalı olacaktır.
Ana muhalefet de münferit veya parti görüşü olarak; AB’ye giriş vizesinin Kıbrıs konusundan geçtiğini beyan ederek, Kıbrıs’ta federasyonu tercih ederek, geçmiş iktidarında aleyhte tutum gösteren CTP’yi kardeş parti olarak ilan ederek, Kıbrıs’ın kararlarını Kıbrıslıların vermesi yanlışını yaparak, Mavi Vatan’a ‘Masal’ diyerek, Yunanistan’la yumuşamayı, hak ve menfaatlerimizden taviz vererek uzlaşmayı benimseyerek, milliyetçilik anlayışında (okunda) şüphe yaratmamalıdır.
***
-Kıbrıs’ta elde edilen hakların ve onun yarattığı etkinin feda edilemeyeceği, elden kaçarsa bir daha ele geçirilemeyeceği dikkate alınmalıdır. Kıbrıs sadece KTC’yi değil, ondan daha fazla Türkiye’yi ilgilendirir.
-Kıbrıs; Ada’daki Türkler için, güven içinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinin ve etki alanının kısıtlanmasına engel olunması ve millî menfaatlerinin korunması konusudur.
-Kıbrıs konusu; birlikte verilen mücadeleyle, bağımsız, egemen iki devletli hâle kadar getirilen mukaddes bir davadır. Türkiye için tarihî miras, güvenlik ve güvenirlik meselesidir. 1974’te çözülmüş, 1983’te bitmiştir. Türk tarafı için “Kıbrıs sorunu” yoktur.
-Yunanistan’la, uluslararası hukuktan kaynaklanan, anlaşmalarla sabit olan hak ve hukukumuzun, ulusal çıkarlarımızın ve “oldubitti” davranışların müzakeresi olamaz. Müzakere taviz ve mevcut haklarımızdan vazgeçmek demektir.