Sıra sizin ananıza da gelecek?
Japon araştırmacılar, böcek beyninin şemasını çıkararak robot-böcek geliştirmeye çalışıyor. Ajanslara göre Tokyo Üniversitesi’nin Bilim ve Teknolojik Araştırmalar Enstitüsünde görev yapan Profesör Ryohei Kanzaki ve ekibi, yaklaşık 30 yıl böcek beynini araştırdı ve makine-böcek yaratma konusunda öncü oldu. Kanzaki, böceklerin beyninin “mükemmel yazılım paketi” barındırdığını görerek, daha önce genlerini değiştirdikleri bir erkek ipekböceğinin artık kokuya değil, ışık veya başka bir güvenin yaydığı kokuya tepki vermesini sağlamıştı.
Kanzaki’nin ekibi, 90’lı yıllardan bu yana yarı makine yarı böcek, yarı robot yarı böcek yaratma projeleri üzerinde çalışıyor. Japon araştırmacıların nihai hedefi, böceklerin beynini kopyalayıp belli işleri yapmaya yönelik programlamak.
* * *
Kanzaki’nin çalışması mikroskopla da olsa gözle görülebilir, elle tutulabilir, şeması çıkarılabilir böcek beyni üzerine.
Ya insan beyni! İnsan beyninin devrelerinin şeması çıkarılabilir mi? Belki o da mümkün olacaktır. Fakat psikolojik harekât ile insanı şartlandırmak ve istenilen yönde hareket ettirmek veya tepkisiz bırakmak mümkündür.
Psikiyatrist Prof. Dr. Kerem Doksat, “Pavlov’un köpekleri ve refleks kırılması” başlıklı yazısında konuyu inceliyor. Kısaltarak veriyorum:
“Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.
Bu, ’şartlı refleks’tir. ( ... )
Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünni veya Katolik olarak gelmeyiz.
Bunlar bize öğretilen değerler, bir başka deyişle, şartlı reflekslerdir. Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur.
Şu müthiş sonuca varır Pavlov:
‘Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır.’ (...)
Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı
reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
Emperyalistler sinsi savaşlarında psikoloji bilimini kullanır.
* * *
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır:
O ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyor? Onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekir.
Ya da Türkler Atatürk’ü çok mu yüceltiyor ?
Onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.
Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. (...)
* * *
Bir düşünün lütfen, son dönemde neleri tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz
Bugün Misak-ı Milli’yi pek önemsemiyoruz.
Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.
Türk dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabilir, Ermenilerden özür de dileyebiliriz, Kürtlere ’biraz’ toprak da verebiliriz.
Sırada ne var? Atatürk var elbette.
Çünkü önemli olan, ulusal önderleri yok etmek.
O halde, onun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
Onun zaaflarını tartışalım.
Hatta onun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu bile var. ’Tartışın’diyorlar, ’Biz sizinle önderinizin anasını tartışmak istiyoruz!’
Sonra sıra sizin ananıza gelecek elbette. Hepinizinkine gelecek.
İşte psikolojik harp budur arkadaşlar. (...)
Ergenekon, Ermeni sorunu, Kürt açılımı ve Can Dündar’ın ’insani’ denilen ’Mustafa’ belgeselinin bamteli burasıdır.”