Silivri Cezaevi’nde hâlâ kumpas hukuku!
Yeni bir kanunla kapatılmış bir mahkeme, kendisini hâlâ görevli sayarak, tahliye taleplerini reddetti. Ret gerekçesinde de mahkemeleri TBMM’nin değil, HSYK’nın kapatabileceğini belirtti. HSYK ise bu gelişme üzerine yok hükmündeki mahkemenin yetki gasbı yaptığını belirterek, “Mahkeme kurma ve kaldırma yetkisi Meclis’tedir” dedi.
Televizyonlar bu sıcak gelişmeleri tartıştığı saatlerde benim anlayamadığım konu şuydu: İçlerinde önemli hukukçular da bulunan sanıklar ve avukatları, niçin kapatılmış bir mahkemeden tahliye talebinde bulundu?
Derken, avukatların kapatılmış bir mahkemeden tahliye talebinde bulunmadıkları ortaya çıktı! Peki sanıklar, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden tahliye talebinde bulunmuş mu? Bunu soruşturduğumuzda, bazı avukatlar, kendilerinin de müvekkillerinin de 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden tahliye talebinde bulunmadıklarını söylediler!
8 Mart Cumartesi sabahı, birkaç infaz memuru, sanıkları tek tek gezerek, “Hepinizi tahliye edecekler, tahliye talepli dilekçe vermeniz gerekiyor” demiş... Bu arada bazı savcıların, hafta sonu cezaevine gittiğini biliyoruz ama onların ne yaptığı konusunda kesin bilgi yok!
Tabii birçok sanık, süreç de tahliyelere doğru gittiğinden dilekçe vermiş. Bunun üzerine artık Ergenekon davasında gerekçeli kararı yazmaktan ve elindeki dosyaları İstanbul Adliyesi’ne teslim etmekten başka hiçbir yetkisi kalmayan 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyeleri, duruşma salonunda yerlerini alarak, sanık sandalyelerine de basın mensuplarını oturtmak suretiyle, garip bir karar açıkladı ve talepleri reddettiğini bildirdi!
***
Anlam veremediğim bir konu daha var... Bir kanalda görüşü sorulan ceza hukuku profesörü, olayı “olumlu uyuşmazlık” diye nitelendirdi ve hangi mahkemenin yetkili olduğuna Yargıtay’ın karar vereceğini söyledi! Bir hukuk profesörünün, kanunla kapatılmış bir mahkemeyi hâlâ yetkili sayması ilginçti!
Herneyse, 21. Ağır Ceza Mahkemesi, Tuncay Özkan, Sedat Peker ve emekli albay Levent Göktaş’ın, 2. Ağır Ceza Mahkemesi Dursun Çiçek, İbrahim Şahin ve Kemal Kerinçsiz’in, 8. Ağır Ceza Mahkemesi Yalçın Küçük’ün, 20. Ağır Ceza Mahkemesi Hasan Iğsız, Şener Eruygur, Alaattin Sevim, Mehmet Ali Çelebi ve Merdan Yanardağ’ın, 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise Doğu Perinçek ve Hikmet Çiçek’in, tahliyelerine karar verdi. Haklarında hiçbir somut delil bulunmayan Veli Küçük, Levent Ersöz, Bedri Gültekin, Serdar Öztürk, Hasan Ataman Yıldırım, Turhan Özlü ve Erkan Önsel’in tahliye taleplerinin reddedilmesinin ise hiçbir hukuki gerekçesi yoktur. Danıştay sanığı Alparslan Aslan’ın tahliyesinin sorumlusu ise onun davasını Ergenekon sepetine atan 13. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleridir.
Peki neden böyle bölük pörçük kararlar veriliyor? Aslında tahliye talebine bile gerek yok! İlker Başbuğ’un hak ihlali gerekçesiyle tahliyesinden ve özel yetkili mahkemeleri kapatan kanunun yayınlanmasından sonra gerekçeli kararın yedi aydır yazılmamasının bir hak ihlali olması sebebiyle, sanıkların hiçbirinin talebi olmadan nöbetçi ağır ceza mahkemesinin bütün sanıkları tahliye etmesi gerekirdi. Hakları ihlal eden mahkemelerdir. Dolayısıyla bu ihlali, kendiliğinden ortadan kaldıracak olan da yine mahkemelerdir!
Askeri Casusluk mu TSK’ya katakulli mi?
İster istemez herkes bu konuyla ilgilenirken, daha vahim bir durum, Askeri Casusluk Davası’nda yaşanıyor ama nedense çok kimsenin ilgisini çekmiyor! 56 sanıklı davada 43 sanık hakkındaki karar Yargıtay tarafından onaylandı. Sanıklardan yarbay Kubilay Şükrü Özdemir’den telefonla aldığım bilgiye göre bu karara dayanılarak üç yıldan fazla ceza alanlar için yakalama müzekkereleri çıkarıldı. Cezası üç yıldan az olanlara ise davetiye gönderildi.
Tabii casusluk büyük bir suçlama! Bu subaylar casusluk yapmışsa hangi bilgiyi alıp da kime vermişler, bu hususun somut delillerle ortaya konulması gerekir. Ortada böyle bir delil olduğu söylenemez. Üstelik iddianamenin kabul edildiği ve örgüt üyeliğiyle suçlandığını öğrendiği gün bebeğini düşüren kadın subay, Yüzbaşı Yekdane Ebru Ercüment de tutuklanacak
Hiçbir suçu günahı olmayan subayların ve diğer sanıkların Tayyip Erdoğan’ın kullandığı deyimlerle “kumpas” veya “katakulli”ye kurban gittiği anlaşılıyor...
Allah aşkına böyle hukuk olur mu?