"Sen, bilirsin ülküdaşım"

MHP'nin fahri mensuplarının/temsilcilerinin tepkilerini anladığım gibi partinin resmi mensuplarının/temsilcilerinin endişelerini de anlıyorum. Anlamakla kalmayıp -bir yere kadar- paylaşıyorum da.

Türkiye'nin -hülyasına dalınan Başkanlık sistemine uygun olarak- iki kutuplu/iki partili sisteme "yumuşak geçişini" sağlayabilmek için "halli" gereken ilk mesele artık hepimizin vakıf olduğu üzere "diğer" siyasi organizasyonlarının tasfiyesidir.

Dolayısıyla; Türkiye eğer yıllardır bizim de savunduğumuz gibi "büyük resim"de sahiden de "yönetimi Türklere terk edilemeyecek kadar önemli" bir figür ise, 1 Kasım akşamı itibariyle oluşan "kaos"tan kısaca "Y-MHP" diye adlandırılabilecek bir "düzen" çıkmasından kaygılananlar olabilir. Türk Milliyetçileri için bir yüzleşme/hesaplaşma ne kadar elzem ise bunu yaparken maruz kalabilecekleri "sızıntı"lara karşı uyanıklık da o denli elzemdir.

"Kür Şad İhtilali" elbette her ülkücü için dahil olmaktan onur duyacağı kutlu bir hamledir ama klişe milliyetçilerinin es geçtiği husus, o ihtilalin akabinde "ilk anda" yaşananın bir birlik ve dirlik değil; bölünme, parçalanma, dağılma olduğu gerçeğidir!

Ve fakat bütün bu -asla vehim olmayan- "tehdit" ihtimalleri, genelde Türk Milliyetçileri özelde de MHP için teorik ve pratik bir yüzleşme/hesaplaşma sürecinin kaçınılmaz hale geldiği gerçeğini değiştirmez.

Bence doğru olan bu "tehdit"leri gerekçe göstererek hem Türk Milliyetçiliği fikrini hem de onun siyasal temsili gibi bir misyonu bulunan MHP'yi içten içe kemiren/tüketen sorunların varlığını inkâr yahut çözümünü ötelemek değil; bu yüzleşme/hesaplaşma/dirilme -adına her ne diyorsanız- onu bu tehditlere vakıf olarak, şuurla nihayete erdirmeyi becerebilmektir.

Ve bence sırf bu gereklilik bile tek başına "olağanüstü kurultay" için yeter sebeptir. Sanıyorum kimse aksini iddia etmeyecektir;

MHP, kendi kaderini tayin hakkını ülkücü iradeye teslim etmezse konjonktürün onu pusuda bekleyen liberal, paralel, devşirme, 'yetmez ama evet'çi, "akil", açılımperest -artık MHP'nin resmi iradesi için hangisi daha güçlü bir tehdit algısı oluşturuyorsa o- odakların dayattığı kadere mahkûm/mecbur etmesi işten bile değildir.

Belki de her şeyden önce "ülkücü hareket" dediğimiz kitlenin hali hazırda kırgın, kızgın, aklından önce duygularıyla harekete meyilli yani "savunmasız", "her türlü dış müdahaleye açık" durumda olduğu görmek ve hiçbir şey için değilse, kendisini rüzgâra bırakmış yaprak kıvamındaki bu insanları geri dönüşü olmayacak biçimde kaybetmemek için "kurultay" gibi "korunaklı", "meşru" bir alan yaratabilmek gerekir.

Hem "Sen, bilirsin Türkiye"nin yaralarını "Sen, bilirsin ülküdaşım"dan daha iyi ne sarabilir ki;

Panzehir gibi...

Yazarın Diğer Yazıları