Savaşta yenen insan etidir!
Davutoğlu, Cumhuriyet tarihi boyunca Türk ’Dışişleri Mutfağı’nın en başarısız aşçılarından biri olarak tarihe ha geçti ha geçmek üzere.
Biliyorsunuz mutfak ne kadar mükemmel, malzeme ne kadar kaliteli ve bol olursa olsun, aşçı kötü ise, bırakınız sağlıklı ve lezzetli bir yemek yemeyi karın ağrısından bir türlü kurtulamazsınız. Etli yemekler söz konusu olduğunda zehirlenme ihtimaliniz bile vardır.
Dışişlerinin etli yemeği “insan etinin” yendiği “savaş sofraları”dır. Öyle olduğu içindir ki, “meşru” olmadığı sürece, savaş iğrenç bir şeydir. Savaşın nasıl iğrenç bir şey olduğunu Suriye askerlerinin koyun gibi boğazlandığı, beş katlı binaların çatısından canlı canlı atıldığı, ciğerlerinin sökülüp köpeğin et yiyişi gibi dişlendiği karelerde gördük.
Üstelik bunları yapanlar Suriyeli değillerdi? Yani, “Zalim Esed’in” zulmüne maruz kalmış insanlardan değildi onlar ve yakınları. İyi de o zaman Suriye’de ne işleri vardı? Bunlar “demokrasi için canlarını ortaya koyan” iyi insanlar oldukları için bir Suriye’nin “despot” rejimine karşı canlarını ortaya koymak için gelmişlerdi? İyi de, “iyi insanlar” insanları koyun boğazlar gibi boğazlar, ciğerlerini söküp azı dişleriyle ısırırlar mıydı?
Kör gözler ve hepimiz biliyoruz ki bütün bunlar bir “Büyük Orta Doğu Projesi” idi ve asıl amaç “İsrail’in güvenliği” ile alakalıydı. Velhasıl, Türkiye bu pis görüntülerin içinde asla yer almaması gereken bir ülke idi, amma öyle olmadı. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi sarmaş dolaş oldukları Suriye’ye ABD istediği için bodoslama daldılar.
Sebep oldukları bu leke Türkiye’ye yıllarca yetecektir. Çünkü bu leke “kan lekesi” dir. Bu kan öyle iğrenç akıtılmaya başlandı ki, ABD halkı bile tiksinti duydu. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının Suriye’deki kirli savaşa razı olmaması üzerine tezahür edince Obama, geri adım attı. Rusya’nın sunduğu “barış elini” tuttu, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin “savaş elini”, elinin tersi ile itti.
Böylece dünya rahat bir nefes aldı. İşte tam bu noktada düne kadar günde 24 saat “Savaş” diyen Davutoğlu, “Biz de zaten bunu istiyorduk” dedi, diyebildi. Bütün dünyaya Türkiye’yi güldürdü. Sen misin “Biz de barış istiyorduk” diyen der gibi, Erdoğan’ın politikalarını destekleyen “yandaşlar” , Suriye’yle savaşa son veren Rusya-ABD ikilisini, “Bari barış ödülü verseydiniz” diye, ayıpladı.
Sanki, “Dünya lideri” başka telden çalıyordu, “Stratejik Derinlik” garibi başka telden... Türkiye’nin halini anlatmak için bu çift başlılık, daha doğrusu “politikasızlık” yeter de artar bile.
İşte bu zeminde, Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu, Suriye askerlerinin kasatura ile boğazlarının kesildiği görüntüler için, “Zamanlama ilginç” deyiverdi. Yani, “Şimdi bunların sırası mıydı” diyordu. Ve zevahiri kurtarmak için de “Bu görüntüleri tasvip etmemiz mümkün değil” açıklamasında bulunuyordu.
Yani, “Bu görüntüler için, tasvip etmemekten başka yapabilecek bir şeyimiz yok” deyip, kenara çekiliveriyordu.
Oysa o adamlar yahut onların âmirleri, Türkiye’yi mesken tutmuş kişiler. Sizin silah, para ve eğitim verdiğiniz kişiler onlar. Görüntüler ortada. Niye peşlerine düşülmüyor bu kasapların? Niye kimlikleri tespit edilip kırmızı bültenler çıkartılmıyor? Gün gelecek Suriye halkı ve devleti, gün gelecek BM ve gün gelecek uluslararası kurumlar bu katillerden hesap soracak. O gün, Türkiye, “yardım ve yataklıkla” suçlanmayacak mı? “Tasvip etmemekle” bu tür suçlamalardan ve vicdanlardaki mahkûmiyetten kurtulabilinir mi?