Sakın Türkiye’ye gelme Helene!

Ergenekon soruşturmasının savcısı Zekeriya Öz’ün açıklaması, Yenişafak gazetesinde, “Yazıdan, kitaptan değil, deliller var” başlığıyla manşetten verildi. Ancak bu açıklamanın yayınlandığı gün, gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’a savcılıkta sorulan sorular ile onların verdiği cevaplar yayınlandı.
İki gazeteci sadece savcılıkta ifade verdiğine göre bu sorular ve cevapların basına nereden verildiği bir sır değil. Bu durumda soruşturmanın gizliliğini kim ihlâl etmiş oluyor?
Sorulara baktığımız zaman hepsinin “kitap”la ve kitapların içindeki cemaat bölümleri ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Evet Hanefi Avcı, Emin Aslan gibi polis şeflerinin kitapları ile ilgili sorular da sorulmuş ama sonuçta “kitap yazmak”tan başka ortada somut bir fiil yok. Bir de kitap yazmayı tasarlamak var!
Ceza hukukunda kitap yazmak diye bir suç yok! Kitapların içeriğinde suç olan bir fiile veya örgüte destek veriliyorsa suç o zaman başlıyor.
Bir de yazılmamış, yayınlanmamış kitaplar sorgulanıyor.
İyi de kitap yayınlanmamışsa fiil oluşmamış demektir. Yani bir arkadaşınıza, belli bir konuda kitap yazacağınızı söylemiş olabilirsiniz. Henüz beyninizden veya bilgisayarınızdan dışarı çıkmamış bir düşüncenin sorgusu yapılabilir mi?

***


Zekeriya Öz, “Yürütülmekte olan soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar, kitaplar ve ileri sürdükleri görüşleriyle ilgili değildir” diyordu.
Elbette kimseye ayrıcalık tanınamaz ama bir tutuklama kararı verilebilmesi için de elde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin olması, şüphelilerin delilleri karartma imkânının bulunması, ayrıca kaçmalarından şüphelenilmesi gerekir. Bu somut deliller şayet kitaplar ise bunları değiştirmek artık mümkün değildir. Bir gazetecinin ülkesini terk etmesi yani kaçması düşünülemez..
Bu şüpheli durum giderilemediğinden baskın ve tutuklamaların “dokunan yanar” ı göstermek için yapıldığına dair kanaat yaygınlaşmıştır. Bu da devlet erkinin başka bir siyasi çıkar grubunun veya zümrenin amaçları için kullanıldığına dair şüpheleri kuvvetlendirmektedir ki soruşturulması ve aydınlatılması gereken konulardan biri de budur!

***


Diğer taraftan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre, “Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın yaptıkları araştırmacı gazetecilik çalışmaları uluslararası düzeyde kabul görüyor.. Bu isimlerin Ergenekon darbe planlayıcıları gibi ulusalcı hareketlerle bağlantılı olabileceklerine inanmak zor” diye bir açıklama yaptı!
İyi ama bu iki gazeteci dışında kalan şüpheliler neci! Müyesser Yıldız veya diğerleri gazeteci değil mi? Savcının söylediği gibi bu iki kişinin imtiyazı mı var?
Helene bir taraftan da Türk makamlarına “bu davada uluslararası insan hakları standartlarına tam uyulması ve soruşturmanın azami ihtiyatla yürütülmesi” çağrısı yaptı.
İnsan haklarını bu açıklama ile önce Flautre çiğnemiş oluyor. Hem gazeteciler arasında ayırım yapıyor hem de kulaktan dolma bilgilerle, Türkiye’deki tüm ulusalcı hareketleri “Ergenekon darbe planlayıcıları” olarak gösteriyor!
Böylece savcılığı Tayyip Erdoğan’dan alarak kendisi üstlenmiş oluyor.
“Adil yargılamayı etkilemek” suçundan dava açılabilir bir söz değil mi bu?
Sakın Türkiye’ye gelme Helene!
Bir de şu var Helene: Türkiye’deki bütün askeri darbelerin arkasında ABD vardır. Bu itibarla, “ulusalcılık” yani millicilik iddiasındaki bir insan darbe planlayıcıları arasında olamaz, olmamalıdır. Amerikancı olduğu halde ulusalcı görünmek, milli fikirleri istismar ederek ABD lehine casusluk yapmak demektir!

Yazarın Diğer Yazıları