Sahi bunları ne zaman konuşacağız?
Mecburuz, o yüzden hatırlatacağız… Sloganların arasına sıkışmış, üretmeyen ve geleceği kurgulamaktan ziyade, kurgulayanlara tâbi olmaya alışmış bir milliyetçilikten sıyrılmak için konuşmaya mecburuz…
Milliyetçiler olarak, bir gün kirlenen dünyayı, günden güne yaşanmaz hâle gelen çevreyi konuşacağız!..
Şehit tabutları başında haklı olarak yumruklarını sıkan gençlerimizin, küçülen derelerimiz ve yok olan ormanlarımız karşısında da yumruklarını sıktıklarını göreceğiz!..
Milliyetçiliğimizin 'güvenlik meselesi'yle sınırlı olmadığını, bilim, çevre, hukuk, hayvan hakları ve ahlâkî değerler de içerdiğini, bunların millî varlığımızın korunmasında en az 'güvenlik' kadar önemli olduğunu dillendireceğiz!..
Ülkemizdeki akademik tezlerin üçte birinin hırsızlık ürünü olduğunu öğrendiğimizde efkârlanacağız ve bu ahlâksızlığa karşı en yüksek desibele sesini çıkaran biz olacağız!..
'Kitapsızlığımız'ı biz dert edeceğiz!.. Başka ülkelerde bir kişi yılda 20-25 kitap okurken, bizde 6 kişi bir kitap okuyorsa, bu millî ayıbı milliyetçiler olarak lütfedip gündemimize alacağız!..
Dünya patent başvurusu sıralamalarında Tayland'ın bile altında kaldığımızı ama kamu gücünü sırtını alan uyanıklık ve kurnazlık endeksleri tutulsa zirvelere yürüdüğümüzü dert edeceğiz!..
***
Bir gün erozyonla akan giden toprağımızı 'düşman alıyormuş gibi' öfkeleneceğiz ve mücadele için ortalığı ayağa kaldıracağız!.. Hatta bir ilki gerçekleştireceğiz, bununla ilgili slogan bile üreteceğiz!..
Yakın geçmişe kadar -o geçerliliğini kaybetmiş kategorizeyle- 'milliyetçilerin kalesi' diye anılan şehirlerin bir diğer baskın coğrafi özelliğinin 'ağaçsızlık' olduğunu fark edeceğiz ve bunu şimdiye kadar milliyetçilerin neden tartışmadığını tartışıp, bu ayıbımızı ortadan kaldırmaya çalışacağız!..
Bir gün Karadeniz'deki derelerin etrafını duvarlarla örerek, sözde ıslah çalışması yapan ama hem tabiatın dengesini bozan, hem de yandaş finanse eden sisteme karşı, vatan nöbetinde gözünü kırpmayan milliyetçi gençlerin "Bu da bir vatan nöbetidir" diyerek direndiğini göreceğiz!..
Milliyetçiliği 'beyin'den ziyade 'kas gücü'yle tanımlamaya çalışan algıların kırıldığına, milliyetçiliğin ülkenin ve dünyanın bütün meseleleriyle ilgili düşünce ve eylem geliştirebildiğine şahit olacağız!..
Nesilleri çürüten 'gıda güvensizliği'nin de jandarması kesileceğiz!.. Millet hayatına kasteden kim varsa teşhis ve teşhir edeceğiz!.. Bu zaafı millî güvenliğimize yönelik bir saldırı olarak değerlendirecek, faillere ve denetlemeyenlere bu toprakları dar edeceğiz!..
Arıtma tesisi olmayan fabrikaların, havamızı ve suyumuzu kirleten patronların, onlara göz yuman büyük küçük yöneticilerin kâbusları olacağız!.. Onlara 'sınırlarımıza dayanan düşman'a reva gördüğümüzden daha beter muamele edeceğiz!..
***
Evet, milliyetçiler olarak bir gün ağacı, kuşu, suyu, toprağı ve havayı konuşacağız!..
Bunları kaybetmenin 'millî varlığımız'ı kaybetmek olduğunu, milliyetçi düşünceyi sadece bilinen 'güvenlik' alanına hapsetmenin, o düşünceyi 'kadrolu eleman'dan öteye taşıyamayıp, ülke yönetimi için yeterliliğe sahip olmadığını göstereceğini ve bunun da siyasete kötü yansıması olacağını/olduğunu tartışacağız!..
Peki ne zaman tartışacağız?
Belki de o şarkıdaki zamanlamayla: "Elbet bir gün buluşacağız / Bu böyle yarım kalmayacak / İkimizin de saçları ak / Öyle durup bakışacağız / Belki bir deniz kenarında / El ele mâziyi konuşacağız..."
Yoksa Bahattin Karakoç'un o şiirindeki takvim daha mı uygun bunu tartışmaya: "Dilimde sabah keyfiyle yeni bir ümit türküsü / Kar yağmış dağlara, bozulmamış örtüsü /Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü / Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana / Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana / Ihlamurlar çiçek açtığı zaman..."