Sadık Ahmet
Türk milletinin büyük kahramanlarından şehit Sadık Ahmet, Gümülcine’de 7 Ocak 1947’de hayata merhaba dediği sırada Yunan Parlamentosu 28 Şubat 1947’de Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı kararı almıştı. Yunan şımarıklığı Osmanlı Devleti tebası oldukları dönemde başlamıştır. Konumuz bağlamında şehit Sadık Ahmet’in doğduğu eski Türk toprağı “Batı Trakya” ise 1923 Lozan Antlaşması ile tamamen Yunanistan idaresine geçmiştir.
Birinci Balkan Savaşı bozgunundan sonra Osmanlı Hükûmeti, 29 Eylül 1913'te imzaladığı İstanbul Anlaşması ile Batı Trakya'yı Bulgaristan'a bırakmıştır. Savaşın ardından ise Batı Trakya, Fransa ve Yunanistan tarafından işgal edilmiş, 27 Kasım 1919'da imzalanan Ncuilly Antlaşması ile yönetim Müttefiklere geçmiş ve "Müttefiklerarası Batı Trakya Hükûmeti" kurulmuştur. Daha sonra iki dereceli referandum yapılmıştır. Referandumda halkın seçtiği beşi Türk, bir Yunan, bir Bulgar ve bir Yahudi’den oluşan sekiz temsilci, 14 Mayıs 1919’da Batı Trakya'nın Fransız mandasında muhtariyet olmasını onaylamıştır. Aslında bu Batı Trakya’nın Yunanistan ile birleşmesi oylamasıydı. Temsilci çoğunluğunu elinde tutan Türklerin vereceği karar belirleyici olmasına rağmen referandumda dört Türk temsilci tarafından verilen olumlu oy dâhil toplam beş oyla Batı Trakya Yunanistan’a kaptırılmıştır!
Türkiye’nin Lozan’da Batı Trakya halkının kendi geleceğini belirleme talebi, 14 Mayıs 1919 referandumu gerekçe gösterilerek kabul edilmemiş, bölgenin Yunanistan'a bağlanması, Avrupa delegasyonunun dayatmasıyla Türkiye'ye de kabul ettirilmiştir!
Şehit Sadık Ahmet İstanbul’dan önce Türk toprağı olduğu halde artık Yunanistan’ın bir parçasına dönüşen Batı Trakya’da, Yunan tarafından “Müslüman azınlık” tabir edilen Türk toplumunun yeni bir ferdi olarak doğmuştur. Aklı dünyada olup bitenlere yetmeye başladığında, idrak ettiği şey, Yunanistan asimilasyon politikalarının birinci maddesi gereği Türk kimliğinin inkâr edilmesi gerçeğiydi. Ana dili Türkçe olan şehit Ahmet Sadık, Yunanistan’ın etnik aidiyetini reddetmek ve kendilerini sadece Müslüman azınlık olarak tanımlamakla Batı Trakya Türklerini tarihin dışına itmeye, Türkiye ile olan tarihi ve kültürel bağlarını koparmaya çalıştığını çok erkenden anlamıştı…
Kahramanın hayatı!
24 Temmuz 1995 tarihinde Gümülcine’de geçirdiği “sözde trafik kazası” sonucu şehit olan Sadık Ahmet’in hayatını konu alan film ise kahramanımızın asimilasyon politikaları karşısındaki korkusuz mücadelesini anlatıyor. TRT ortak yapımı Sadık Ahmet filmini Türkiye prömiyerinde izlerken pek çok yerde aklıma, “Saraylarda süremem / Dağlarda sürdüğümü / Bin cihana değişmem /Şu öksüz Türklüğümü” dizeleri geldi ve gözlerim yaşardı. Çünkü Sadık Ahmet, eşi ve çocukları onu evde beklerken Batı Trakya köylerini tek tek gezerek imza topluyor, Türk kimliğinin silinmemesi için her şeyini ortaya koyuyordu.
Şehit Sadık Ahmet doğuştan bir kahraman ve Kürşat’ın yanık ruhunu güldüren torunlarından biri olduğu için onunla ilgili bir filmin “hamasi” olmaması mümkün değil. Çünkü anlatılan adam hepimiz gibi bir fani olmasına rağmen duruşu, kararlılığı, eylemleri, önüne çıkartılan engelleri berhava etmesiyle her hâli hamasetle taçlanan bir yiğit. O bakımdan Sadık Ahmet filmini seyrederken bunu mutlaka aklınızda tutun. Filmdeki hamasilik, filmi hayata geçirenlerin özel bir tercihi değil şehit Sadık Ahmet’in kişiliğinin ekrana yansımasından ibaret.
Her sinemaseverin bu güzel filmi mutlaka seyretmesini tavsiye ediyorum. Hatta Millî Eğitim Bakanlığı’na bir teklifim var; Sadık Ahmet filmini “yaş sınırlamasını” göz önünde bulundurarak bütün öğrencilere seyrettirin! Çünkü bu filmi seyretmekle, Doğu Türkistan, Filistin trajedilerini ve soykırım palavralarını kitabın orta yerinden anlayabilirler ve Avrupa Birliği’ndeki Türk düşmanı lobilerinin neden bu kadar fütursuz ve küstah olduğunu çok net anlayabilirler. Üstelik çağdaşları bir kahramanı zihinlerine kazırlar.
Sadık Ahmet filmine emeği geçen TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı, filmin yapımcısı Mahmut Cüneyt Göz, senarist Mert Dikmen, yönetmen Hakan Yonat, proje tasarımı ve kreatif yapımcı Muhammet Usta ve oyuncular Turgay Aydın (Sadık Ahmet), Nur Fettahoğlu (Işık Sadıkahmet), Erkan Can (Ali Molla), Ozan Akbaba (Ali), Renan Bilek (Avukat Adem), İlker Aksum (İsmail Rodoplu), Taner Rumeli (İbrahim Şerif), Burak Satıbol (Berber Hüseyin), Uğur Yücel (Erik Siesby), Erdal Beşikçioğlu (Gümilcine Başkonsolosu), Suzan Kardeş (Amalia Fleming) ve Doğukan Güngör (Gurbetçi) ve adını sayamadığım bütün ekip üyeleri ve tüm destekçileri kutluyorum.
//////////////////
Alev Alatlı
++++++++++
Bir gazete bürosunda Yılmaz Karakoyunlu, bölüm şefi ve bendeniz kebap yedikten sonra çay içip sohbet ediyorken saatime baktım, hemen kalkarsam Alev Alatlı ile randevuma ancak yetişebilecektim. Bölüm şefi, misafirimize ayıp olacağını telefon edip röportajı iptal edebileceğimi söylemesine rağmen yarım saat daha oturarak izin istedim ve kalktım. Tabii geç kalmıştım. Alev Hanım, bacaklarımın arasından çıkmayan ve sürekli beni koklayan köpeğini zapt etmeye çalışarak neden geç kaldığımı sordu. Anlattım. Bir süre başını eğdi sonra tam gözlerimin içine bakarak, “Yazık oluyor sana!” dedi. Ben de onun gözlerinin içine bakarak, “Evet!” dedim. Ama “Viran olası hanede evladı ü ayal var” diyemedim!
Valla, Kurda Yedirdin Beni, Viva La Muerte!, Nuke Türkiye, O. K. Musti, Türkiye Tamamdır, gibi adları hemen aklıma gelen romanlarını ve diğer eserlerini çok severek okuduğum, Türk kültür hayatında alışık olmadığımız bir tarza sahip Alev Alatlı da ebedi hayata göçtü. Şairin söylediği gibi “Gittikçe artıyor yalnızlığımız!” Rahmet diliyorum.
///////////////////
Orhan Türkdoğan
+++++++++
Türkiye üzerinde sosyoloji bilimine dayanarak yürütülen kötü niyetli bütün sosyal ve etnik kafa karıştırıcı iddiaların bilim değil palavra olduğunu bilimsel çalışmaları ile ortaya koyan ve bir neslin zihin sağlığını, bilime inancını yenileyen gerçek âlim, hocalar hocası Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Hoca’nın aziz hatırası önünde bütün hürmetimle eğiliyor, rahmet diliyorum.