Rejime uygun avukat savunması!
Kahramanmaraş adliyesinde görülen, 44 kişiye mezar olan Saitbey Sitesi davasında, tutuklu sanık avukatlarının yaptığı savunmalar, Türkiye'nin nereye yuvarlandığını gösteriyor...
Binadaki market sahibi tutuklu müteahhit H.Ç.'nin avukatı, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin bilirkişi raporunda "Binanın beton kalitesi düşük, malzeme yetersiz, 3,5 katın kaçak olduğu ve denetlemenin yapılmadığı anlaşıldı" denildiği anlaşılınca, “Uyduruk bir üniversitesinin uyduruk bir raporu ile sanıklar tutuklu bulunuyor” dedi!
Yapı denetim sorumlularından olan sanığın avukatı ise müvekkilini, “Ömrü bitmiş insanların ömrü uzatılmaz. Allah böyle buyurdu. Hayatını kaybedenler şehit oldu, kalanlar da iman etmeli” sözleriyle savundu.
Bu mantık, cinayet işleyenlerin savunmalarında da kullanılabilir... Öyle ya, ölenin ömrü bitmiştir, uzatılamaz!
***
Duruşma sonrası kayıp yakını avukatı Hasan Can Erdem, Cumhuriyet’e konuştu ve “Nisan ayından beri yeni bilirkişi raporunu, Aralık ayından beri de Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek belgeleri bekliyoruz. Rapor ve evrak gelmediği için tanıklara soru sorulamadı. Sanık ve sanık avukatları yine aynı şeyleri söyledi. Bugünkü duruşmada da bir ilerleme kaydedilemedi. Öte yandan rahatsız edici olan başka bir durumsa, sanık avukatlarının “Bu cezanın yatarı ne ki, zaten yattılar” yaklaşımı oldu. Yargılama bilinçli taksir üzerinden ilerlese de tüm deliller olası kasta işaret etmekte. Sanık avukatlarını bu yaklaşıma iten ve cesaretlendiren en önemli etken, yargılamanın olası kast üzerinden ilerletilmemesidir. Adalet geciktikçe acıları, ailelerin acıları da katlanıyor” dedi.
***
Bilindiği gibi 2010 yılında 30 madenci Zonguldak’ta hayatını kaybettikten sonra dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, “Maalesef bu mesleğin kaderinde bu var” demişti.
Soma'da 300 kişinin öldüğü maden faciası için "fıtrat" diyen Erdoğan, Bartın'daki maden faciasında 41 işçinin ölümünü de "kader planı" olarak yorumlamıştı.
Tedbirsizlikten kaynaklanan bu facialar ile ilgili Millî Gazete'de yorum yapan Abdullah Demir, konuyu hem İslami açıdan hem de uluslararası çalışma hukuku kapsamında değerlendirmiş ve "Kaza, doğrudan İlahî takdire havale edilince beşer planında 'failsiz suç' kavramı yerleşir, bu da hem kastı veya kusuru olanların sorumluluğunu ortadan kaldırır hem de benzer kazaların tekrarlanmasının önünü açar." sonucuna varmıştı.
Deprem bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan da, Kahramanmaraş merkezli depremden sonra, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Olanlar hep oldu. Bunlar kader planının içinde olan şeyler'” demesi üzerine, "Ben 53 yıldır o depremden o depreme gidiyorum. Sürekli olarak söylenen ‘Deprem takdiri ilahidir, yaşam yazgıdır.’ Hayır, öyle değildir. Dolayısıyla Japonya ve Amerika’daki güzel örnekleri biz Türkiye’de yapabiliriz. Artık yeter yani. Artık yeter." diye konuşmuştu.
***
Madende can güvenliği için mecburi olan kurallara uymamak gibi veya inşaatta eksik malzeme kullanmak gibi kasıttan kaynaklanan faciaların sorumluları, "yatarı ne ki?" zihniyetiyle de savunulamaz. Böyle avukatlık olmaz!
Tabii bir ülkede siyasi iktidar, nüfuz edemediği baroları parçalamak için kanun çıkarır ve her faciayı takdiri ilahiye bağlarsa, alacağı vekâlet ücretine bakan avukat da, "Ömrü bitmiş insanların ömrü uzatılmaz. Allah böyle buyurdu" diye savunma yapar...
Hukukun ayaklar altına alındığı bir ülkede, "böyle avukatlar" değerli bir üniversitenin bilirkişi raporu için “Uyduruk bir üniversitesinin uyduruk bir raporu" der...
Bu avukatlar da hukuk diplomasına sahiptir ama Türkiye'deki hiçbir hukuk fakültesinde, hukuk henüz böyle öğretilmiyor! Gidişat o yönde ama...