Osmanlı’nın altınları

Balık hafızası, işimize gelmeyen konularda iyidir. Bu hastalığın toplumu sarması ise kötüdür. Hele bu hastalık gazetecileri de pençesine almışsa işimiz zordur. Daha dün, İsviçre bankalarında yatan çil altınlar ile heyecanlanmış, elimize hesap makinesi alıp, 800 bin altının ne kadar ettiğini hesap etmiştik. Ne de olsa, zenginin 6 ton altını, fukaranın çenesini yorar. 800 bin Osmanlı altını; Kimilerine göre 4 milyon lira. Eskinin parası ile 4 katrilyon lira. Kimilerine göre; çok daha fazla milyonlar ediyor. Sıkıntı; bu altınların Merkez Bankası yerine, İsviçre bankalarında yatıyor olması. Buraya kadar her şey normal. Anormal olan, paranın oraya gidişi ve de kaynağı. Altınların sahibi; Elazığlı işadamı Sait Ali Bayrak. Elazığlı Haylani Kebir aşiretinin reisi olan Bayrak, altınların babasından kaldığını söylüyor. Hikayesi basit; baba Hasan Bayrak, eşine kendi ölümünden sonra, vasiyetinin oğlu 40 yaşına geldiğinde açılmasını söyler. Anne Vahide Bayrak, 2005 yılında sağlık durumu bozulunca, aşiretin başına geçen oğlundan babasının vasiyetini açmasını isteyip, İsviçre’deki hesaptan ve evin sandığında gizlenen bir belgeden söz eder. Belgede, Hasan Bayrak adına açılan bir hesap olduğu, bu hesapla birlikte bir kasanın bulunduğu yazar. Sait Ali Bayrak, bunun üzerine 9 Ağustos tarihinden itibaren hazinenin peşine düşer. Buraya kadar hikâyenin giriş bölümü.
Gelişme bölümünde, altınların İsviçre’ye gidişi var. Sait Bayrak, detay sevmiyor; “Babam Hasan Bayrak, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden kısa bir süre önce kendisine ait olan 800 bin Osmanlı altını ve ziynet eşyasını, İsviçre’nin Zürih kentindeki özel bir bankaya götürmüş” diye geçiştiriyor. Dile kolay 6 ton altın. 2 milyar dolar değerden fazla hazine. Elazığ’dan İsviçre’ye gidiyor. Ama nasıl?.. Sait Bayrak, bu soruda “Üç Maymunları” oynuyor. Bilmiyorum... Görmedim... Duymadım... 6 ton altın bir evde saklanmaz. Kazılarak yere gömülmez. Bir kamyona konularak yola salınmaz. Garanti almadan, “2. Dünya savaşında Nazi altınlarını saklayan İsviçre benim altınlarımı saklar” diyerek İsviçre’ye yola çıkarılmaz. Dahası, böylesine büyük bir servet; ülkemizde hiçbir koşulda yıllarca saklanmaz. Saklanamaz... Gelelim bu altınların kaynağına. Sait Bayrak. Gene “Üç Maymunları” oynuyor: Bilmiyorum... Görmedim... Duymadım... Bırakın bugünü. Osmanlının son döneminde dahi 800 bin altına sahip zengin yoktu. İngilizler; Musul petrolleri için Osmanlı’ya 500 bin altın teklif etmişlerdi.
Cumhuriyet kurulduğunda 6 ton altın hayalini bırakın kişiler, Cumhuriyeti kuranlar dahi düşünemezlerdi. Bugün dahi; 4 milyon liralık altın rezervine sahip, diktatörler hariç, dünyada bir yahut iki aile vardır. 1924’te kurulan İş Bankası’nın sermayesi bir milyon liraydı. Bunun ancak “250.000 lirası” ödenmiş sermayeydi. Sait Bayrak’a sormak lâzım: Babanız, ne iş yapardı da böyle bir kazanım elde etti?.. Bu servetin kaydı, kuydu var mı?.. Yoksa neden yok?.. Madem böylesine büyük bir servete sahipti, neden bir fabrika kurmadı, yatırım yapmadı. Sanıyorum sade benim değil, pek çok kişinin beyninden 800 bin altının kaynağı ve helal olup olmadığı konusunda ciddi sorular geçiyor. Üzücü olan, Elazığlı aşiret reisinin, kötü kokular yayılan altın hikâyesine Başbakan’ı karıştırması. 2005 yılından itibaren bütün uğraşmalarına rağmen, İsviçre’den babadan kalan altınları alamayan Sait Bayrak, iş zora girince Başbakan Erdoğan’dan yardım istiyor. Başbakan devreye girip, İsviçre’nin Ankara Büyükelçisi Raimund Kunz’a en kısa zamanda olayın çözülmesi talimatını veriyor. Bayrak ile sürekli görüştüğünü ve geçenlerde Elazığ’a da gittiğini anlatan Kunz ise, ülke olarak bankaya emir veremediklerini, önümüzdeki dönemde banka CEO’su ile bir araya geleceğini dile getirip, çözüm için çalışacağını söylüyor. Bu gelişmelerden sonra Sait Bayrak’ın; sanki Türkiye bir devlet değil de aşiretmiş gibi, “Türkiye devleti artık devlet oldu” demesi oldukça ilgi çekici... İsviçre; Nazi altınları meselesini henüz çözmedi. Davalar sürüyor. Osmanlı altınları için de kısa vadede çözüm görünmüyor. İsviçre bankalarında yatan 800 bin Osmanlı altınını elbette Türkiye’ye getirelim. “Credit Suisse” , konuyla ilgili olarak, “hileli durum” nitelendirmesini yaparken, Başbakan kaynağı belli olmayan altınlar için, Elazığlı aşiret reisinin kaynağı şüpheli serveti için devreye girmemeli. Altınları İsviçre’den alması halinde, insanlık yararına, millet yararına, ülke yararına işler yapacağını ifade eden, Elazığlı aşiret reisine sormak lâzım: “Dün neredeydiniz?!” Babanız ve aileniz millet, ülke yararına ne yaptı?.. 800 bin altın için aileniz vergi verdi mi?.. Sorumu tekrarlıyorum: 800 bin altının kaynağı nedir? Böyle bir servet, çalışarak yapılmaz. Ki; yapılmış olsa ortada fabrikalar, belgeler olur. Ayrıca, servet Osmanlı altını değil, Türk lirası olur. Bu arada yetkili kurumlara da sormak lâzım: Kaynağı belli olmayan 800 bin Osmanlı altınını ülkeden çıkarmak suç mudur?..

Yazarın Diğer Yazıları