Ölüye ceza kesen devletin adaleti!
Kapitalizmin nasıl bir model olduğunu anlatmak için Karl Marks ve takipçileri kitaplar yazdı ama hiçbir kitap, acı gerçeği bu olay kadar sergileyemezdi!
Habere göre New York’ta trafik polisleri haftalar boyu yol üzerinde yanlış bir şekilde park edilmiş olan minibüse tekrar tekrar ceza kesip, aracın sileceğine sıkıştırdı.
Ancak polis dahil hiç kimse, haftalardır o aracın içinde ölü olarak duran 59 yaşındaki George Morales’i fark etmedi.
Geçen çarşamba günü, yol kenarında gelişigüzel duran aracı çekmek üzere kendi aracına bağlamaya girişen bir polis, aracın içerisindeki cesedi fark etti.
59 yaşındaki George Morales’in yolda giderken kalp krizi geçirdiği ve aniden aracını kenara çekerek hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
Morales’in kızı Jennifer, New York Daily News gazetesine, “Onu nasıl fark edemezler anlamıyorum. Üstelik cam biraz açıkmış. Öylece ceza yazıp gitmişler” dedi. Jennifer, babası için polise kayıp ihbarında bulunduğunu, ancak polisin, elinde babasına dair hiçbir kayıt bulunmadığını bildirdiğini de söyledi.
New York polis teşkilatı olayla ilgili iddiaların araştırılacağını belirtse de, sözcü, “Ceza keserken araçların içini incelemeyiz” diye savunma yaptı.
Çünkü polis şartlanmış! Vatandaşın güvenliğini sağlamaktan sorumlu olduğunu unutmuş, sadece devlet adına keseceği cezayı düşünüyor!
* * *
Anayasalar, yasalar, tüzükler, yönetmelikler ne içindir? Sadece kamu düzenini sağlamak için mi? Mevcut hukuk düzenine göre öyle. Ancak hukuk felsefesinde, kamu düzeni adına insan unutulduğu için devlet ölüye bile ceza kesmek durumuna düşebiliyor. Oysa Anayasa’nın, kanunların ilk hedefi insanın mutluluğu olmalıdır. Tabii insanın mutluluğu da sınırsız değildir. Sınır, başkasının veya toplumun mutluluğudur. Kamu düzeni bu sınırlamalarla birlikte sağlanabilir.
Polis, ceza kestiği vatandaşın da güvenliğini sağlamaktan sorumlu olduğunu unutursa, eyleminde aşırı gider, işkence veya fena muamele yapar.
Tabii devlet demek sadece polis demek değildir.
Vatandaş varsa devlet vardır. Çünkü devlet halkın iradesinin sonucu olarak kurulmuştur. Bu bakımdan devletin birinci görevi can ve mal emniyetini, asayişi, huzuru sağlamaktır.
* * *
Wundt diyor ki; “Fichte’nin, ’nasıl bir insan olduğumuzu anlamak için, nasıl bir felsefeye sahip olduğumuza bakmalıyız’ düşüncesi, bilhassa milletler için tatbik edilmelidir.”
Amerikan halkı, kendi devletinin nasıl bir felsefe üzerinde kurulduğunu düşünmelidir. Tabii sadece Amerikan halkı değil, Amerikan modelini taklit etmeye çalışan, hatta ABD ile “model ortak” olmakla övünen Dışişleri Bakanı’na sahip olan Türkiye gibi bir ülkenin halkı da kendi kuruluş felsefesinden nasıl sapıldığını, dolayısıyla düşünce ve davranış modellerinin nasıl değiştirildiğini, insanın insan olmaktan nasıl çıkarıldığını görmek zorundadır.
Türk halkı, bugün nasıl bir felsefeye sahip olduğunu düşünmelidir.
* * *
Ülkenin ve devletin imkânları, kısacası pasta bölüşülürken, partizanlık, mezhepçilik, etnik kökencilik, tarikatçılık, hemşericilik, akrabacılık yapılırken kimse sesini çıkarmıyor!
Bizim partimiz bize kredi vermelidir, bizim mezhebimizden olan devlet memuru bizimkileri devlet dairesine doldurmalıdır, bizim cemaatimiz bürokrasiye hakim olmalıdır, bizim hemşerimiz, bizim akrabamız kayrılmalıdır? Peki bu adalet midir?
Çok partili hayata geçişten itibaren bütün dönemlerde Adalet Bakanlığı’nda ırkçılık, mezhepçilik yapılan bir ülkede adalet olur mu?
Nereden nereye geldik? Ölüye ceza kesmek gibi gariplikler Türkiye’de de yaşanıyor. Elektrik mühendisi genci, güzellik kursuna çağıran devlet, bizim devlet değil mi?