Oğuzname
Oğuzname, Türklerin sözlü tarihidir. Türkler, halk arasında sözlü olarak yaşayan atalarına ve hükümdarlarına ait rivayetleri çok eski dönemlerde yazıya geçirmişler ve adına Oğuzname demişlerdir.
Oğuzname'de üç ana bölüm vardır: 1) Türklerin efsanevi hükümdarı olan Oğuz Kağan'ın atalarını, Oğuz Kağan'ın kendisini ve faaliyetlerini, Oğuz'dan sonra gelen hükümdarlar silsilesini ve onların faaliyetlerini anlatan bölüm, 2) Atasözleri ve çeşitli hikmetli sözlerden oluşan bölüm, 3) Dede Korkut boyları (destani hikâyeleri).
Üç bölümü bir arada bulunduran herhangi bir yazma eser bugüne kadar ele geçmemiştir. Ancak üç bölümden her birinin ayrı ayrı yer aldığı yazmalar bugüne ulaşmıştır. Dolayısıyla Oğuzname kayıp sayılmaz. Kayıp olan, üç bölümü bir arada bulunduran en eski yazmadır.
Oğuzname kelimesini ilk olarak kullanan Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî'dir. Ebûbekir, 14. yüzyılın ilk yarısında Mısır'da yaşamış Türk asıllı bir tarihçidir. O yıllarda Mısır'da ed-Devletü't-Türkiyye adı verilen bir Kıpçak Türk Devleti (Memlükler / Kölemenler) vardı. Ebûbekir'in babası Abdullah bu devletin valilerinden biriydi.
Ebûbekir, Arap dilinde, biri tek ciltlik, diğeri dokuz ciltlik iki dünya tarihi yazmıştır. Bunların tamamı İstanbul kütüphanelerindedir. 1310'da yazdığı tek ciltlik eserin adı kısaca Dürerü't-Ticân'dır: Tacların İncileri. İşte bu eserde Ebûbekir şöyle diyor:
"Muahhar (sonraki) Türklerin de saygı gösterdikleri ve elden ele dolaştırdıkları Oğuz-nâme adında bir kitapları vardır. Bu kitapta onların ilk faaliyetleri ve ilk hükümdarları hakkında bilgi bulunmaktadır. O hükümdarlardan büyüğünün adı Oğuz'dur. Oğuz-nâme'de Tepe Göz diye isimlendirilen bir şahsın hikâyeleri anlatılır. Bu Tepe Göz, Eski Türkler'in büyüklerini öldürüp ülkelerini harap etmiş. Onların zannına göre, hilkat garibesi olan bu Tepe Göz'ün, tepesinde tek bir gözü varmış ve ona kılıç ve mızrak işlemezmiş. Anası ve babası Büyük Deniz'in cinlerindenmiş. On koç derisinden yapılmış börk derisini ancak örtermiş. Bu kitapta, Oğuzlar'ın aralarında günümüze kadar anlatageldikleri meşhur hikâyeleri ve meselleri vardır." (Kâzım Kopraman çevirisinden).
Oğuzname'de üç bölüm olduğu bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır: İlk hükümdarlar ve Oğuz'un faaliyetleri, Tepegöz vb. meşhur hikâyeler (Dede Korkut boyları), meşhur meseller (atasözleri).
Ebûbekir'in , 1310 yılında Oğuzname'nin elden ele dolaştırıldığından söz etmesi önemlidir. 1310'da elden ele dolaştığına göre Oğuzname çok daha önce yazıya geçirilmiş olmalı. En geç 12. yüzyılda.
Aşağı yukarı 100 yıl sonra, Yazıcıoğlu Ali tarafından, 2. Murad'ın isteğiyle 1423'te Türkçe yazılan Tevârîh-i Âl-i Selçuk'ta da şu kayıt vardır: Oğuzların neseplerine ait rivayetler, hakîmleri ve itibarlı nâkillerinin (aktarıcılarının) rivayetlerine dayanılarak Uygur yazısıyla Oğuzname'de yazılmıştır.
Bu ifadeler de bize Oğuzname'nin, bilgelerin ve itibarlı anlatıcıların sözlü rivayetlerine dayandığını ve Uygur yazısıyla yazıldığını gösteriyor. Demek ki en geç 12. yüzyılda Uygur yazısıyla yazılmış bir Oğuzname varmış.
Sadece atasözlerini içine alan ve adlarında Oğuzname kelimesi bulunan iki yazma da bugüne ulaşmıştır. Biri Berlin Devlet Kütüphanesinde, diğeri de Petersburg Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Kütüphanesindedir. Bunlar Oğuzname'nin ikinci bölümünü oluşturur.
Oğuzname'nin üçüncü bölümü olan Dede Korkut Kitabı da iki yazma hâlinde bugüne ulaşmıştır: Dresden yazması (12 boy), Vatikan yazması (6 boy). Vatikan yazmasının adı zaten "Oğuznâme-i Salur Kazan ve Gayrı"dır. Dresden yazmasında ise bazı boyların sonunda "bu Oğuzname" denmektedir. Oğuzname hakkında daha söylenecek çok şey var. İnşallah başka yazılarda.