Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU
Armağan KULOĞLU

Nükleer zirve, İran ve Suriye’deki gelişmeler

Mart 2012 sonunda Güney Kore’de yapılan nükleer zirve toplantısından daha fazla, Başbakan Erdoğan’ın toplantı süresince ve sonrasında yaptığı görüşmeler gündeme damgasını vurmuştur. 1 Nisan 2012’de İstanbul’da gerçekleştirilen “Suriye Halkının Dostları” toplantısı da önemli bir gündem oluşturmuştur.
Nükleer Zirve’den beklentilerin dışında bir sonuç çıkmamış, barışçıl amaçlar için nükleer çalışmalara karşı olunmadığı ve nükleer güvenliğin temin edilmesi için de uluslararası işbirliğinin gerektiği belirtilmiştir. Nükleer terörizmle mücadelede etkin sorumluluklar alınması vurgulanmış, ayrıca nükleer ham maddelerin kontrolünün ve nükleer enerji santrallerinin güvenliğinin artırılması üzerinde de durulmuştur.

***


Türkiye-ABD ikili görüşmelerinde İran’ın nükleer çalışmaları önemli bir yer işgal etmiştir. Her iki ülke de İran’ın nükleer silah sahibi olmaması, ancak nükleer faaliyetlerinin kesinlikle uluslararası denetime tabi olması konusunda görüş birliği içindedir. Aradaki fark, ABD’nin konuya nükleer silah, Türkiye’nin ise nükleer enerji olarak yaklaşması ve çıkar farklılığından dolayı ABD’nin daha aktif, Türkiye’nin ise daha temkinli davranış sergilemesidir.
İstanbul’da, 13-14 Nisan’da, BMGK daimi üyeleri ve Almanya’nın (5+1) katılımıyla İran’ın nükleer programına ilişkin ikinci bir toplantı yapılması planlanmışken, İran’ın konuyu sulandırarak toplantı yeri için sorun çıkarttığı görülmektedir. Kısa vadeli de olsa diplomasiye bir şans daha verilmek istenmektedir. İsrail’in bu konudaki saldırgan tutumu da önlenmeye ve kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.
Başbakan’ın Seul dönüşü İran’daki görüşmelerinde, İran’ın nükleer çalışmalarının uluslararası alandaki algılanması ve Türkiye’nin İran’a verdiği desteğin konuşulduğu, Kürecik radarı konusunda İran’ın ikna edilmeye çalışıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin, İran’a uygulanacak olan petrol ambargosuna kısmen de olsa katılması zaruretinin izah edildiği değerlendirilmiştir. Nitekim görüşmenin hemen ardından İran’dan alınmakta olan petrolde % 20 kısıntı yapılmıştır.

***


İran’daki görüşmelerde Suriye konusu da önemli bir gündem maddesi oluşturmuştur. Ancak bu konuda İran ile mutabakat sağlanamadığı, tek ortak noktanın Suriye’de akan kanın durması noktasında olduğu anlaşılmaktadır.
Suriye’ye dışarıdan Rusya’nın, Çin’in ve İran’ın desteği devam etmektedir. İçeriden de Esad yönetimine küçümsenemeyecek sayıda destek bulunmaktadır. Bu durumda yapılabilecek bir dış müdahalenin iç savaşı şiddetlendirebileceği, savaşın mezhep çatışmasına dönüşerek bölgesel bir hal alacağı, Suriye’nin ve bölgenin, süper güçlerin vekâleten savaştıkları bir alan haline gelebileceği endişesi bulunmaktadır.
Türkiye-ABD ikili görüşmelerinde, Suriye konusunda genelde bir mutabakat olduğu söylenebilir. Ancak 6 maddelik Annan Planı’nı Suriye’nin de kabul etmesi ve yukarıdaki endişeler, ABD ve AB’nin bu konuda biraz daha sakin hareket etmesine ve sonuçlarının görülmek istenmesine yol açtığı düşünülebilir. Diyaloga önem verildiği ve Suriye’nin planı kısmen de olsa uygulamaya başladığı görülmektedir.
Ayrıca İstanbul’daki toplantı isminin “Suriye’nin Dostları”ndan, “Suriye Halkının Dostları”na dönüştürülmesi ve Suriye Ulusal Konseyi’nin, “Suriye’nin meşru temsilcisi” yerine “Suriye’nin meşru temsilcilerinden biri” olarak kabul edilmesi manidardır.
Bu şartlar altında ABD ve AB’nin bir müddet daha Esad yönetimini muhatap almaları, hatta Esad sonrası endişesiyle bunu devam ettirebilmeleri de mümkündür.

***


Türkiye başlangıçta Suriye’yle olan yakın ilişkilerine güvenerek, Esad yönetiminin reformlar yapacağına, serbest seçimlere gideceğine ve tedricen demokrasiye geçebileceğine inanmış ve kredisini bu yönde kullandığı bir politika izlemiştir. Hatta Batı’ya “bu bölge benden sorulur” mesajı vermek istemiştir. Ancak bunda başarılı olamamış, beklediği sonucu alamamıştır.
Bu sonuçtan sonra, Suriye’deki şiddetin yarattığı insanî duygular ve mülteci sayısının da gittikçe artmasının etkisiyle politikasında değişiklik yaparak, Esad’ın derhal yönetimden uzaklaşmasını benimsemiş, söylemlerini sertleştirmiş ve muhalif hareketleri desteklemiştir. Hatta bunu bir onur meselesi haline getirdiği de söylenebilir. Ancak son gelişmelerle ABD ve AB’nin politikalarından genelde değil, fakat özelde ayrı düşme noktasına gelmiştir.
Türkiye’nin bu durumda, sırasıyla başta Suriye olmak üzere İran, Rusya ve Çin ile ilişkilerinde sorunlar yaşadığı görülmektedir. Siyasette gelişen durumlara göre esneklik olabileceğini dikkate alarak Suriye politikasını bir kere daha gözden geçirmesinde ve diplomasinin inceliklerini kullanarak hareket etmesinde yarar görülmektedir. Türkiye’nin sahip olduğu siyasi güç bunu yapmaya muktedirdir.

Yazarın Diğer Yazıları