'Nerede bu devlet?'
Bir gazetemiz bu manşeti atmış. Sonra da, “Mehmetçiğin katilleri azıttıkça azıtıyor. Yetkililer çıkıp hesap soracağına, her şey normalmiş gibi davranıyor” diye feryat ediyor.
Aslında bu sorunun cevabı açık. Kısaca; Habur çadır mahkemesinde, 5. Oslo görüşmesinde ve İmralı’da noktalanan teröristbaşıyla yapılan “anlaşma” da diyebiliriz. Buradaki “Devlet”ten kasıt, bütün yetkileri kendinde toplamış görünen Başbakan ve danışmanlarıdır.
Sözün burasında bir hatırlatma yapalım. Hep yazdık; yukarıdaki üç kavşakta da PKK şartlarının kabul edildiğini görüyoruz. Mesela: İki milletli(!), iki dilli, iki bölgeli devlet için; “Yeni” Anayasa’dan Türk Milleti adının çıkarılması, özerk yetkiye sahip yerel yönetimlerin kurulması, ana dilde eğitim ve Karayılan dahil bütün PKK unsurlarının serbestçe ülkeye dönerek etnik partileriyle siyaset yapmalarının sağlanması gerekiyor. Buna, Anadolu’daki bin yıllık egemenliğimizin ortadan kaldırılması denir.
Evet “Nerede bu devlet” sorusuna iki yeni gelişmeyle devam edelim.
Birincisi: Malum, “Gezi” olayları sebebiyle AB ile aramız iyice gerilmişti. Hatta Merkel bir ara Türkiye’ye müzakere için başlık açılmayacağını bile söylemişti. Ama aniden ne olduysa oldu, “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” faslının açılacağı bildirildi. Ve bu 22. Fasıl açıldı. Böylece bölünmemizin mimarlarından AB yine devreye girmiş oldu.
Nasıl mı? Açıklayalım: Teröristbaşı, 1 Mart 2013’de BDP heyetiyle görüşüyor.
“Öcalan: Kürtler kendilerini özgürce ifade edecek ve yönetecektir. Şu anda yasa dayatırsak büyük alerji yaratır. İleride olabilir. Mesela AB yerel yönetim özerklik şartı ki buna şerhi kaldırırlarsa bu mesele önemli ölçüde çözülür.
Sırrı: Bu sanıldığı gibi bağlayıcı bir metin değildir. Teknik bir metindir.
Öcalan: Niye, birinci ve ikinci maddesinde mali ve idari özerklik var.
Sırrı: Sayın Başkan. Buna şerhin kaldırılması tek başına yetmiyor. Bunun iç hukuka dönüştürülmesi gerekiyor. Bunun yolu da anayasada düzenlemek. Sanıldığı gibi bu haliyle bir bağlayıcılığı yok. Bir teminat da içermiyor.
Öcalan: Tavrımız şu olacaktır, ana ilke olursa biz kullanırız. Siz ister yasa çıkartın, ister çıkartmayın.”
Aniden açılan 22. Fasıl “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” yla ilgilidir. Demek ki, Sözleşmeye koyduğumuz 7 çekince AB müzakeresi sırasında kaldırılacak. İmralı “anlaşması” nın gereği olarak yapsaydık dikkat çekecekti. Hem de PKK terör eylemlerini sürdürdüğü, Başbakan’a açıktan hakaretler yağdırdığı bir sırada. Ama AB uyumu çerçevesinde yaparsak, 2002’den bu yana olduğu gibi, kimsenin söyleyecek sözü olmayacaktır.
İkincisi: Şu akillerin Başbakan’a sundukları rapor. 120 şarttan ve 28 sorudan oluşan rapor, tam anlamıyla PKK taleplerinin sıralanmasından ibarettir. 63 akilin vitrinlik 3-5’inin dışındakilerin 23’ünü PKK verdiğine, kalanı da yıllardır medyada örgütün sözcüsü gibi konuştuğuna göre, rapordan ne beklenebilirdi? Bu akillerin görevi, “Teröristbaşıyla İmralı’da yapılan anlaşma” yı, “barış-çözüm-süreç” adı altında sevdirmek değil miydi?
PKK’nın küstahlaşması
Teröristbaşı, Erdoğan’a aynen şöyle diyor: “Benim belirlediğim heyete müdahale laubalilik. Bir daha heyete müdahale edilirse süreci gözden geçiririm.” Bu yıla kadar hiç kullanılmayan bir üslupla Başbakan açıktan azarlanıyor ve tehdit ediliyor.
Bebek katili böyle küstahlaşınca BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş durur mu? Grupta Başbakan’a; “Fasülye gibi nimet de değilsin, anla bunu” diyerek hakaret etmekten çekinmedi.
PKK daha “ikinci aşama”da böyle olabiliyorsa, sona gelindiğinde Erdoğan/devlet ve ülke ne duruma düşebilecek açık değil mi?
Soralım neden böyle oluyor? Başbakan 26 Eylül 2012’de Kanal 7’de “İmralı’yla görüşmeler tekrar başlayabilir” deyince, 30 Ocak 2013’e kadar “Devlet heyeti” İmralı’ya 7 defa gitti ve “mutabakat” sağlandı. İnisiyatif de Bebek katilinin eline geçti. Zira, yukarıda yazıldığı gibi ülkeyi bölecek PKK şartları kabul edilmişti.
Erdoğan’ın şahsında “nerede bu devlet” diyenlere ve gerçeği arayanlara duyurulur...