Neler de bilirmiş meğer…
AK Parti'nin eski milletvekillerinden;
80'lerde siyasal değil bayağı -ne demekse artık- "radikal İslamcı(!)".
90'larda "Kürt-İslamcı"…
2000'lerin başında, HADEP'in tepe yönetimine kadar yükselecek olan düpedüz "Kürtçü" ve dahi "Barzanici"…
Birkaç yıl sonra, o güne kadar olduğu her şeyi birden olabilmesine "yeni bir zemin" yaratan iktidar partisinin yılmaz neferi!
Ve şimdi de yandaş medya köşelerinde sürdürüyor o dar "iktidarlı alan"ın içinde kalabilme gayretini.
Dün yazmış:
"PKK Amerika'nın paramiliter ordusu.
PKK'lıların elinde ultra-modern Amerikan silahları var.
PKK'nın üstünde Amerikan bayrağı var.
Tarihin ironisine bakın: Sosyalist-Marksist ve dolayısıyla anti-Amerikancı olduğunu iddia eden PKK'nın gerçek patronu Amerika.
PKK bölgede Amerikan siyasetinin ve çıkarlarının muhafızı.
Amerika ise bu sosyalist ve anti-emperyalist (!) örgütün efendisi.
PKK Türkiye'nin hasmı bi-amanı…"
Hepsi doğru da, kafam karıştı benim; yazıdaki PKK, birkaç yıl öncesine kadar "Türkiye'nin demokrasisine katkı sağlıyor" diye yere göğe koyamadığınız, şu İmralı'da tutulan cani Öcalan'ın kurduğu, yönettiği, aynı PKK mı?
Hayır öyleyse…
Yani, Öcalan'ın kurduğu ve yönettiği bu kanlı örgütün ne menem bir bela, nasıl bir maşa olduğunu bu kadar iyi biliyordu iseniz, "aldatılma", "kandırılma", "gaflet" diyemeyiz artık; "ihanet" demek durumunda kalırız bu katiller sürüsüne yaptığınız ve cansiperane savunduğunuz, alttan alta da hortlatmaya çabaladığınız aşikar açılıma da o bakımdan soruyorum!
"Örtmenim!.. Örtmenim!.. Ziya, ayağıma bastı!"
İlkokulda hemen hepimizin sınıfında, kendi çıkarı için arkadaşlarını anında harcayan bir "ispiyoncu" olmuştur.
İktidarın fetvacısı olarak nam salan ilahiyat profesörünün, yeni atanan Talim Terbiye Kurulu Başkanı'nın "ne kadar laik" olduğunu gösterip, sonra da Milli Eğitim Bakanı'nın görevden aldığı Talim Terbiye Kurulu Başkanı'nın "ne kadar da dindar" olduğunu hatırlattığı yazısı da tam o tonda olmamış mı?
"… talim terbiye kurulu başkanını görevden aldığı haberi geldi…
Önce göreve getirdiği sayın Burhanettin Dönmez'in … tiwitine bakalım:
"Maalesef rektörlükle soytarılığın birbirinden ayrı işler olduğunu bilmeyen rektörlerin sayısı hızla artıyor! Bizdeki de rektör olur olmaz hacca gitti, bıyık bıraktı, camiyi yıktırdı daha büyüğünü yaptırıyor. Rektör değerlendirme kriterlerinin acilen değişmesi gerekiyor!"
Şimdi de görevden aldığı sayın Alpaslan Durmuş'un ne yaptıklarını görelim:
"…evrim felsefesinin biyolojiden çıkarılmasında, tarih kitaplarındaki ideolojik konular üzerinden Müslümanlara küfredilmesini engellemekte, Müslüman şair ve yazarların Edebiyat kitaplarına dercedilmesinde, hayatın bir realitesi olan tesettürlü görsellerin kitaplarda yerini almasında… okul öncesine seçmeli Kur'an-ı Kerim ve Arapça derslerinin koyulmasında, FETÖ kaynaklarının ve yazarlarının kitaplardan çıkarılmasında... ve daha birçok hayati konuda görevini hakkıyla yapmıştır…"
Sevgili Reis'imize duyurulur!"
Bir nevi çağdaş şeyhülislamlık makamında bulunan zatın kendi ideolojisini temsil eden eski başkana destek verip, yenisini de eleştirmesini anlarım da, yazının sonundaki o "Sevgili Reis'imize duyurulur" ne Allah aşkına;
"Örtmenim… Örtmenim… Ziya benim nasırıma bastı" mı?
Çocuk gibi…
Yakışıyor mu saçı sakalı ağarmış koca koca adamlara!
Abdülhamit'e öyküneceğim derken…
Tam da "saraylıların" evlerine giren maaş sayılarının tartışıldığı günlerde, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun'dan, üstelik de iktidar yanlısı Yeni Şafak'ta, ibretlik bir yazı:
"Said Paşa, ilk sadaretinde yürürlüğe koyduğu memurlar nizamnamesiyle; birden fazla maaş alınmasını yasaklayıp bir hayli tasarruf yaptığını, hatıralarında yazar. Ona göre; değişik isimler altında görevlendirilen üst düzey memurların aynı anda bir kaç maaş almaları bütçeyi zorlamaktadır. Esasında böyle bir uygulamayı da doğru bulmamaktadır. Hatıralarında, konuya geniş yer ayıran Paşa, o günkü vükelanın maaş dökümlerini de vermektedir. İddiasına göre; kendisi görevde olmadığı zamanlarda sürdürülen bu uygulamayı, altıncı sadaretinde kaldırmak ister. Fakat bu sefer de, Sultan II. Abdülhamid'i ikna edemez. Zira Padişah, birçok üst düzey memuru ürkütecek bu tedbir yerine; sadrazamdan borçlar idaresinin birleştirilmesini, tütün tekelinin ıslah edilmesini ve Rumeli vilayetleri masraflarının yerinden karşılanmasını ister.
Sonucu bilinse de; ibret almak için tarih okumak faydalıdır…"
Demek ki boşuna öykünmüyorlarmış Abdülhamit'e…
"Sonucun", Osmanlı'nın iflası olduğunu düşününce, umarım Hoca'nın kalemini kırmazlar, bu kıssadan hisse sebebiyle!