Mücadelenin Yeniçağ'ı...
Türkiye Cumhuriyeti, 94 yıllık tarihinde hiç olmadığı kadar zorlu bir süreçten geçiyor...
Hiç kuşkusuz bu kaotik süreç yalnızca sosyo-ekonomik bunalımları, çevremizi ateş çemberine dönüştüren diplomasi rezaletlerini, 33 yıldır kan akıtan PKK terörünün bir türlü bitmeyen tehditlerini ve gelecek kaygılarını içermiyor...
Aslında içinde bulunduğumuz süreç, memleketin tüm dertlerinin kökeninde debelenen siyasal çıkmazı, daha geniş anlatımıyla da son 15 yıldır devam eden ve nihayet kırılmaya başlayan "seçenek"sizliğin yolaçtığı kaosu da anlatıyor...
İşte bu süreçte; gericisinden bölücüsüne, haininden liboşuna, satılmışından hırsızına kadar pervasız bir güruhun dört koldan kuşatması altında tutulan ülkemiz, gelecek belirsizliğinin girdabında iyice boğulmak isteniyor...
Evet; cumhuriyetin bekası için uzun yıllardır korkmadan-yılmadan, eğilmeden-bükülmeden, satılmadan-sinmeden direnen vatanseverlerin görevi tam da şu kaos günlerinde daha da yaşamsal hale geliyor...
33 yıllık meslek yaşamında Atatürk, cumhuriyet, bayrak, laiklik ve aydınlanma mücadelesini eğilmeden sürdüren bir gazeteciden, sansür-tasfiye tehditleriyle bir köşeye çekilip ahval ve şeraiti izlemesi beklenmeyeceğine göre de, tüm direncimle buradayım işte... Hem de, mücadelede yeni bir sayfa, daha doğrusu yeni bir çağ açarak...
Tam da, cumhuriyet "ilelebet payidar" olsun diye buradayım işte... Üstelik Atatürkçülük takiyesine gizlenmeyen, logosunun yanında Bayrak'la birlikte Gazi'nin fotoğrafı olan vatansever bir gazetedeyim işte...
Tüm içtenliğimle, herkese merhaba...
Nihayet Kudüs direnci...
Filistin için "nihayet" 56 ülkenin İstanbul'da toplanması çok önemli bir özdeyişi de bir kez daha anımsattı; "Bir musibet bin nasihattan evladır..."
Peki; 1948'de İsrail devletinin kuruluşunun ilanından önce de var olan Filistin meselesinde tek vücut olmak için, illa ki büyük bir musibet mi beklenmeliydi?..
Söyler misiniz; Birleşmiş Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanımamış mıydı?..
Museviler, İkinci Dünya Savaşı'nın sonrasında İngiltere ve ABD'nin desteğini alarak, 1947 Kasımında bölgenin iki devlet arasında paylaşılması konusunda BM'yi karar almaya zorlamamışlar mıydı?..
Arap ülkeleri petrol-mücevher sarhoşluğuyla krallığın keyfini sürerken; BM, Kudüs şehrine tam da 70 yıl önce "milletlerarası bir bölge statüsü" vermemiş miydi?..
Evet; her ne kadar 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti'nin kurulduğunun açıklanmasının ardından Filistinli Araplar, Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve Lübnan baskıcı İsrail'e karşı ittifak oluşturarak savaş açsalar da, geçen 70 yılda bölge çatışma, kaos ve kan kargaşasında belirsizliğe mahkûm edildi...
Üstelik kimse unutmasın ki; tüm kahredici karmaşa ve büyük acılar İslam ülkelerinin gözleri önünde yaşanırken, tükürükleriyle deniz oluşturabilecek milyonlarca Orta Doğu insanı, üzerlerindeki ölü toprağını bir türlü savuramamış, toparlayıcı bir anlayışı ve önderi de ortaya çıkartamamıştı...
EZELİ GAFLET BİTER Mİ?..
Velhasıl kimse kendini Filistin konusunda kandırmasın... Çünkü onlarca İslam ülkesi çölde adeta baskı ve terörle korsan devlet kuran minnacık İsrail'e karşı 70 yıl boyunca dişini etkili biçimde gösteremedi...
Belli ki; Trump ABD'nin neredeyse son 50 yıllık kalkınma planında da yeralan Kudüs'ün "başkent" kararını devreye sokmasaydı, anlı şanlı Arap krallıkları, içinde bulundukları sefadan uyanarak ayağa kalkmayacaklardı...
Bu ne paradokstur değil mi?.. Önceki gün Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti ilan etmek için "bizahmet" İstanbul'da toplanan 56 devlet yetkilisinin ayağa kalkarak isyan edebilmesi için "tek" devletin (ABD) dişini göstermesi beklenmiş!!!
Hiç kuşkunuz olmasın; 56 İslam ülkesi 50 sene önce topyekûn ayağa kalkarak Kudüs için güç birliği yapsalardı, Filistin'de işgal ve zulüm olmazdı, katliamlar yaşanmazdı, masumlar ölmezdi, İsrail de çölde kan vahası yaratarak dünyayı tek başına avucunun içine alamazdı!..
Sözün özü şudur; Filistin meselesine, ABD karşıtı Kudüs atağıyla "nihayet" 56 ülkenin ortak kararıyla yanıt vermek iyi de, özellikle Arap coğrafyasının başka ezeli gafletlerden de acilen uyanması gerekmiyor mu?..
Örneğin; Orta Doğu ve Afrika devletleri, İsrail'i ayakta tutmak için kurulduğu aşikâr olan ve İslam dinine zarar veren Selefi (El Kaide-IŞİD) terörizmine karşı ortak direnilmesi gerektiğini ne zaman anlayacaklar acaba?..
Ve de Saddam ile Kaddafi'ye olduğu gibi, salt emperyalistler istedi diye kendi liderlerini, hem de kendi yurttaşlarına linç ettirme tuzaklarına düşmemeyi ne zaman öğrenecek Arap devletleri?..
Velhasıl; Suriye'de duvara çarpan "Arap Baharı" takiyesiyle kanlı kışlar yaşamamak ve İsrail'in emperyalist ittifakı karşısında güç kaybetmemek için İstanbul zirvesinde açılan Kudüs bayrağının hiç inmemesi gerekiyor...
Ne dersiniz; hiç istemediği halde uyuyan devi uyandırarak, İslam ülkelerinin İsrail'e karşı "güç birliği" yapmalarına zemin hazırladığı için bay Trump'a teşekkür etmek mi gerekiyor?..
Şaka bir tarafa ama, uyanık olunmazsa Orta Doğu'da "musibet"li ve "nasihat"lı özdeyişler de, paradokslar da bitmez!..