Milliyetçilik neden geriledi?
Mehmet İzzet, “Milliyet nazariyeleri ve Millet Hayatı” adlı eserinde diyor ki; “İnkâr edilemez ki, ferdi iradenin hürriyetine sahip olmadığı yerde milliyetten, millî siyasetten ve millî hukuktan bahsedilemez.”
Gerçekten de, eğer insan kendi iradesini bazen kendi rızasıyla, bazen de hiç farkına varmadan ipotek altına koyuyorsa ve bu türde insanlar, mevcut oldukları ülkede sayıca çoğalıyorlarsa, orada hürriyetten söz edilebilir mi? Kendi hürriyetinin değerinin farkında olmayan insanlar, milliyeti ve millî siyaseti, millî hukuku kavrayabilir mi? Veya, bu türdeki insanlar millî siyaset, millî hukuk, millî sanat ve kültür üretebilir mi?
Milli düşüncenin kuvvet olduğunu, kuvvet olmadan hürriyet olamayacağını, hürriyet olmadan da, iradenin hür olamayacağını, hür olmayan bir iradenin ise ancak “köle” olabileceğini kavramalıyız.
* * *
Millî iradenin kuvvet olduğunu unutmuş Türk toplumları, 70 yıl Sovyet vatanperverliğine nasıl hizmet etti veya ettirildi?
Oysa, ne Sovyetlikle alâkaları vardı, ne de Ruslukla? Fakat, Sovyet boyunduruğuna giren diğer milletler de, “Daha şumüllü bir ideal” ile kendi millî vatanlarını, kendi millî benliklerini Rus vatanına, Rus millî benliğine terk etmişlerdi.
Kapsayıcı, kuşatıcı milliyetçilik olmazsa, başka milletlerin boyunduruğu altına girmek kaçınılmaz olur. Demek ki, Türkler kuşatıcı bir millî irade oluşturamazsa, ferdi irade de oluşturamaz. Veya, önce kendi vicdanlarında “hürriyet”in önemini kavrayamazlarsa, dün başka milletlerin tahakkümü altına girdikleri gibi, yarın da Avrupa veya ABD hakimiyeti altına girerler.
Prens Sabahaddin, Türkler’e öteden beri cemaatçiliği terk ve fertçiliği kabul etmeyi tavsiye ediyordu. Çünkü cemaatçiliğe bağlı kalan milletlerin eninde sonunda fertçiliği tatbik edenlere mağlup olacaklarını kabul ediyordu.
Ziya Gökalp ise, bu meseleye, “Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” diyerek “cemaat” yerine “cemiyet” formülünü getirdi. Bu şekilde, hem ferdiyetçi, hem toplumcu olunabileceğini göstermek istedi.
Cumhuriyet yönetimi, “Fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek istediyse de, cemaatlerin yeniden devreye girmesiyle bunu tamamlayamadı.
Oysa bütün cemaatlerin üzerinde olan ve hem ferdi hürriyetin, hem millî hürriyetin teminatı olan İslâm, parçalanmayı değil, birleşmeyi öngörüyordu. Ancak, cemaat menfaatleri, millî menfaatlerin üzerinde tutulunca millî irade zayıfladı. Millî iradenin zayıfladığı yerde ferdi irade de zayıflayacağından bugünkü tablo ortaya çıktı.
İnsanlarımız iradelerini ipotek altına koyarak ve Allah’a giden tek yol zannederek, dini yalnız kendilerine hasrettiler. Milliyet duygusunu böyle böyle yok ettiler!
* * *
Peki Ahmet Yesevi böyle mi yaptı? Şah-ı Nakşıbendi böyle mi yaptı? Hacı Bektaş-ı Veli böyle mi yaptı? Eğer böyle yapsalardı Anadolu vatan olur muydu? Gül Baba, Macaristan’a kadar gidebilir miydi? Karaca Ahmed, İstanbul’u fetihten önce fethedebilir miydi? Sarı Saltuk, Balkanlar’ı fetihten önce fethedebilir miydi?
Demek ki, gidilen yol, insana, ferdi iradeye sahip olmasını da öğretmelidir. Ferdi irade, bir başka iradenin tahakkümü altına, bizzat insanın kendisi tarafından konulursa, orada millî irade de kalmaz. Millî irade kalmayınca devlet kalmaz. Devlet kalmayınca, din de kalmaz, namus da kalmaz, şeref de kalmaz!
Müslümanlar, İslâm’ı ferdin hürriyetini ortadan kaldırmak için kullanırsa, millî hürriyeti de dini hürriyeti de ortadan kaldırmış olur. Çözüm, yeni nesilleri kaynağını kendi varlığından alan ortak hedeflerde buluşturmaktır.