'Milliyetçiliğin altın çağı'

Batı'nın milliyetçiliği bizimkine pek benzemez. Rahmetli Dündar Taşer'in bu konudaki tespiti şöyleydi: "Bizim milliyetçiliğimiz kendimizi büyük gördüğümüzdendir; onların milliyetçiliği başkalarını aşağılık gördüklerindendir." Biz tarihimizi, dilimizi, kültürümüzü sevdiğimiz için Türk milliyetçisiyiz. Onlar, bizi ve Batı'nın dışındakileri aşağılık gördükleri için kendi milliyetçiliklerini yaparlar. Irkçı geçmişleri hafızalarında henüz tazedir ve tekrar ortaya çıkmak için fırsat kollamaktadır.

Amerika'da da, Avrupa'da da, Japonya ve Çin'de de Rusya'da da… Türkiye'de ideolojik at gözlükleriyle milliyetçiliği ayakları altına alanlar, kamuoyu yoklamalarını görünce ayaklarını ve ellerini kaldırıp milliyetçiliğe teslim oluverdiler; hiç olmazsa takiye mecburiyetini hissettiler. Ama üstat ne demişse o: Tekrar ayaklar altına alacakları günü kolluyorlar.

Millet memetik, milliyetçilik genetiktir. Millet bir kavramdır. Bir anlayıştır. Gökalp'in tabiriyle bir terbiyedir. Dile, müşterek tarih algısına, müşterek akrabalık-kültür algısına dayanır. Algısına diyorum. Millet fertlerinin millet bağını hissetmesi için algı yetiyor.

Topluma bağlılık, kendi toplumunu benimsemek, kendisinden farklı olanlara "yabancı" veya 20. asrın moda tabiriyle "öteki" demek ise genetik. Kendi toplumunun ne olacağı eldeki iletişim araçlarına bağlı. Dünyası bir köy ve onun çevresindeki köylerle sınırlı birinin toplumu, köyünden ibarettir. Komşu köyler "öteki"dir. Biraz dolaşırsa klan algısına ulaşabilir. Deveye binip çevresi genişlerse kendinden farklı daha geniş toplulukları görecek ve kabile veya aşiret şuuruna ulaşacaktır.

7. asır Hicaz'ından örnek verirsek, Haşimiler ve Abbasiler, Kureyş kabilesinin iki "kavm"idir. Başlangıcındaki İslam tarihi hem kabilelerin, hem de bu "kavm"lerin rekabetiyle doludur. Diğer kavim ve kabileler, onların "ötekisi" idi.

İnsanoğlu, Türkler ve Moğollar gibi ata binip binlerce kilometre kat ederse, erkenden millet şuuruna varıyor. Sonra tekrar "oturak olursa" yeniden daha dar bir dünyaya döner. Tersine, küçülen dünya, gelişen iletişim, yani bugünler, millet şuurunu güçlendiren etkilerdir.

İnsanın aile ve sülaleden klana, kabileye, aşirete, boya ve nihayet millete terfii; iletişimle birlikte, insan topluluklarının yaşama alanlarının genişlemesiyle birlikte artmıştır. O zamanların iletişim, daha doğrusu ulaşım aracı attı. Daha sonra gazeteydi, kitaptı. Sonra radyo, televizyon, İnternet…

Bir insanın bir gruba "benim" diyebilmesi için bir akrabalık algısı ve çevrede "benim değil" diyeceği başka toplumların varlığı ve onların rekabeti gerekiyor. İletişim arttıkça "benimkiler" ve "benim olmayanlar" algısı da genişledi; sülaleden millete kadar uzandı.

Hugolara, Markslara, Şinasi ve Fikretlere, Karamanlara, globalistlere ve dinbazlara rağmen milliyetçiliğin gideceği tek yön yukarı doğrudur. Milliyetçiliğin tarihî ömrünün bittiğini ilan eden ideolojllerin ise bir kısmı yok olmuş. Geriye kalanlar ağır fakat emin adımlarla tarihin çöplüğüne doğru ilerliyor..

Bir önceki yazıma Victor Hugo'dan, Şinasi ve Fikret'ten, Marks ve Engels'ten, Seyyid Kutub ve Hayrettin Karaman'dan, milletlerin artık sonunun geldiğine dair tahminleri vererek başlamıştım. Bu siyasî fikirlerin hemen hepsinin sonu geldi.

Milliyetçilik ise dimdik ayakta ve bugün "yükselen milliyetçilik" herkesin dilinde. Şimdi bundan, "yükselen milliyetçilik"ten, veya henüz gelmemiş olan "milliyetçiliğin altın çağı"ndan bahsediliyor. Daha da bahsedilecek.

Hâlâ milliyetçilik öldü diyebilenler, aklıma eski ve hoş bir karikatürü getirdi. Biri duvara yazmış: "Tanrı öldü. İmza: Niçe". Birkaç gece sonra bir başkası duvara şunu eklemiş: "Niçe öldü- İmza: Tanrı".

Tom Nairn'in dediği gibi, "Galip ihtimalle milliyetçiliğin altın çağı henüz gelmedi bile."

***

'Milliyetçiliğin altın çağı'nı yazmıştı, 'milliyetçiliğin altın hocası'… Bize ayrılan sütunun yettiği kadarını adeta cımbızlayarak aldım…

Ömrüne ve ilmine bereket İskender Öksüz Hocam…

Yazarın Diğer Yazıları