Milli direnç gücünü temsil eden liderin ölümündeki sırlar!
Muhsin Yazıcıoğlu, partisinin adını “Büyük Birlik” koymuştu ama sağlığında bu birliği gerçekleştiremedi. Fakat cenaze töreninde en azından halkın milliyetçi-muhafazakâr kesimlerini aynı yerde, aynı zamanda ve aynı mekânda buluşturdu.
12 Eylül öncesi disiplin içinde, Ankara caddelerinde yan yana yürüyen Alperenler, Ülkücüler hep birlikte tekbir getirirken bir kısmı şahadet parmağını kaldırıyor bir kısmı da bozkurt işareti yapıyordu.
TBMM ve Kocatepe Camii’ndeki törenlere katıldım. Yüzbinlerce insan Kocatepe Camii’ne, avlusuna ve çevre yollara sığmadı. Biz Yavuz Selim Demirağ ile birlikte güçlükle içeri girebildik. Devlet oradaydı, siyasi parti genel başkanları oradaydı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ oradaydı.
Cemaatin bir kısmı avluda ceketini seccade yapıp öğle namazını kıldı. Muhsin Yazıcıoğlu, cenaze namazından sonra yine tekbirlerle son yolculuğuna Türk bayrağı ve Turan Bayrağı dediğimiz “Gökbayrak” ile uğurlandı. Bu yazıyı yetiştirmek için gazeteye geçtiğimde cenazenin Taceddin Dergâhı’na defnedilmesi konusunda çıkan bürokratik problemler henüz çözülmemişti ama bir defa karar açıklanmıştı. Nitekim Yazıcıoğlu, Taceddin dergahında toprağa verildi.
***
Muhsin Yazıcıoğlu, ülkücü hareketin gençlik liderliğini yapmış olduğu için, bu birikimle, ana siyasi hareket olan MHP’den (MÇP’den) kopuş sürecinden sonra, Alparslan Türkeş’in yöntemleriyle, fakat İslami söylemi daha ağır basan bir gençlik yetiştirdi.
Ülkü Ocakları da elbette yaşıyordu ama Alperen Ocakları, son dönemde Türkiye’nin dışarıdan kurgulanmış senaryolara karşı en dinamik gücünü teşkil ediyordu.
Herkese hatırlatmak isterim; Türkeş’in bölücüler karşısındaki “Gerekirse kan da dökeriz, teslim mi olalım” şeklinde ortaya koyduğu tavır, devletin iradesi haline gelmişti. Diyebilirim ki bir kişinin iradesi devlet iradesi olmuştu. Yazıcıoğlu da bu kararlılığı gösterebilecek nadir insanlardan biri idi.
Bu bakımdan Yazıcıoğlu’nun bir helikopter kazasında kaybedilmesi, Türkiye’nin direnç gücünü etkileyecektir. Elbette gidenin yeri doldurulmaz ama Alperen Ocakları, eskisinden daha disiplinli ve daha kararlı durmalıdır ki, Muhsin Yazıcıoğlu rahat uyusun.
***
Bu vesileyle “milli direnç” meselesini de hatırlatayım:
Türkiye, dışarıdan içeriden bir kuşatma altındadır Batının büyük sermaye güçleri, Türkiye topraklarında koloniler kurmaya başlamıştır. Ülkenin, bütün kaynaklarına el koymanın yasal hazırlıklarını tamamladılar, eyleme de geçtiler. Türkiye, diliyle, kültürüyle, toprağıyla teslimiyete zorlanıyor.
İktidarda veya muhalefette bulunan partiler, Batı’nın Türkiye’ye dayattığı politikalar dışında bir milli proje sahibi değildir. Bütün bunlar çöküş işaretleridir. Çöküşü durdurmanın tek çaresi, milletin kendi enerji direniş seviyesini yükseltmesidir. Enerji direniş seviyesi nedir, nasıl yükselir peki? Enerji direniş seviyesi, milletin büyük badirelere direnç gösterme gücüdür ve onu, milletin içindeki yüksek karakterli insanlar taşır. Milletini omuzlarında taşıyan adamlardır onlar. Tıpkı Muhsin Yazıcıoğlu gibi. Yaşayan halk, onlara sahip çıkarsa, çocuklarının, yani milletin istiklâlini ve istikbalini kurtarır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüne sebep olan kazanın gerçekten kaza olup olmadığı da sonuna kadar araştırılmalıdır. “Yaralı kurtuldu, ambulansla hastaneye götürüldü” gibi ilk haberlerin nereden kaynaklandığı tespit edilmelidir. Çünkü bu haberler, devletin zamanında harekete geçmesini önlemiştir. Sanki birileri, kurtarma çalışmalarını geciktirmiş gibi bir tablo ile karşı karşıyayız.
Milletin enerji direniş seviyesinin aşağılara indirilmek istendiği bir ortamda, o milletin emellerini Atatürk’ün deyimiyle “ma’şeri bir sır gibi vicdanlarında taşıyan” lider insanlar kolay yetişmiyor.
Nur içinde yatsın.