Milleti yeniden yetiştirmek!
Türklerin bunalım dönemlerinde her zaman ülkücü bir kadro ortaya çıkmış, milleti toparlamıştır. Tıpkı İlteriş Kutluk Kağan’ın milleti yeniden yetiştirmesi gibi! Tıpkı Atatürk’ün milleti yeniden yetiştirmesi gibi!
Bilge Kağan, babası Kutluk Kağan’dan bahsederken “Yediyüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, töresini ziyan etmiş milleti, atalarımın töresince yeniden düzenlemiş, harekete geçirmiş, yetiştirmiş...” diyordu. Çünkü millet, Çin’in elinde esirdi!
Bugün Türkiye Türklerinin devleti kimin elindedir? Millet, töresini korumakta mıdır?
Türkiye’nin ekonomisi, kültürü ve hatta siyaseti yabancıların eline geçmiş değil
midir?
Öyleyse, Türkiye’de 700 er yok mudur? 700 bin er yok mudur? Yedi milyon er yok mudur? Üstelik bugün, Türkiye’nin gücü giderek artmaktadır.
“Büyük ülkü” ler, büyük sıkıntıların içerisinden filizlenir, serpilir, yayılır.
Kadını erkekleşen, erkeği kadınlaşan, cariyelikten, kulluktan da öteye insanlıktan çıkan ve belki de artık felâketin içinden kurtarılamayacak bir mahlukat türü de meydanda ama, bütün bunlar Türk Milleti’nin kendi töresini önce kendi ülkesinde tamamen hakim kılmasını, sonra dinî ve insanî değerlerle bağdaştırarak dünyaya yeniden düzen vermesini engellemeyecek, bilakis çabuklaştıracaktır.
Türk Milleti’ni düşmansız kılmak
Türk Milleti, kendine sormalıdır; “İlli millet idim, ilim var ama gücüm hani? Kime il kazanıyorum? Kağanlı millet idim, kağanım hani? Hangi kağana işimi gücümü veriyorum? Töreli millet idim, törem hani? Kimin töresine uymaktayım? Soylu erkek oğullarımın bazıları neden kadınlaşıyor, genç kızlarımın bazıları neden erkekleşiyor? Bazı Türk beğleri Türk adını, Türk töresini bırakıp neden önce Sovyet, şimdi ABD başkanına hizmet ediyor?”
Ve Türk beğleri de milletinin bazı unsurlarına sormalıdır;
“İtaat ettiği zaman seni yükseltmiş, yüceltmiş olan, milletvekili, general, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yapan devletine, hür ve bağımsız kalmaya çalışan yurdunda, yanılıp isyan edersen kötü iş yaparsın. Silahlı insanlar nereden geliyor da senin oğullarını eşkıya, kızlarını cariye yapıyor, seni de dağıtıp götürüyor? Kaleşnikoflu, roketatarlı insanlar nereden geldiler de seni sürüp götürdüler? Vardığın yerde hayrın o oldu ki, kanın su gibi aktı; bilmediğin için, yanılıp kötülük ettiğin binlerce Mehmetçik ve polis uçmağa vardı...”
Sonra, solcu-sağcı, ilerici-gerici, çağdaş-çağdışı, laik-anti laik gibi ikilemlerle zamanını geçirip enerjisini tüketen Türk aydınları bir araya gelip, önce kendilerine sonra birbirlerine sormalıdır:
“Yerden yere varmış milleti, öle bite, yayan, çıplak büyük şehirlere, Almanya’ya, Hollanda’ya akın eden ve arabesk bir kültür oluşturan milleti yüceltmek için nasıl bir fikir temelinde buluşalım? Kimliğini kaybetmeye yüz tutmuş milleti nasıl diriltelim? Aç milleti tok, az milleti çok nasıl yapalım? Giyimsiz milleti giyimli, yoksul milleti bay nasıl yapalım? Dört yandaki milletleri nasıl Türk’e tabi kılalım? Türk Milleti’ni nasıl düşmansız kılalım? Bunca töreyi millete nasıl kazandıralım?”
Şimdi Türk aydınının görevi bu soruların cevabını bulmak ve milleti yeniden yetiştirmektir.
(Güneş Ülkesi; Türklüğün Yeni Dünya Düzeni’nden)