Meğer Gül gibi yönetiliyormuşuz
Abdullah Gül'ün, şimdi "FETÖ" olarak anılan yapının kumpas karargâhı gibi çalışan Taraf'ta yazmış ve sonradan o dönemki rollerini "kullanışlı aptallık" diye tanımlayarak masumlaştırmaya çalışmış olan Yıldıray Oğur, yine bir dönem aynı Taraf'ta yazmış ve uzun süredir de adı, içinden üstü çıplak deri pantolonlu adamlar geçen şu meşhur "Kabataş yalanı"yla anılan Elif Çakır ile "Bir Gönül İnsanı; Aydınların Dünyasında Fethullah Gülen" kitabının da yazarı olan, meslek hayatının hatırı sayılır kısmını yine "FETÖ" diye anılan yapıyla ilişkili medya organlarında geçiren Ahmet Taşgetiren'e yaptığı, Karar gazetesinde yayınlanan açıklamaları, siyaset kurumunun yeniden tanzimine çalışılan şu günlerde, kimileri için hayli "kullanışlı" olabilir. Bu sebeple, bir "değer"e karşılık geliyormuşçasına konumlandırılabilir.
Naçizane düşüncem, içeriğinden bağımsız olarak daha ilk cümlede ortaya çıkan fotoğraf bile söylenenlere bir "değer" atfetmemek için yeterlidir!
Ancak, pekala "Böyle önyargı mı olur; biz, artık nasıl inanalım yazarken ölçünüzün adalet olduğuna" diyen okurlarımız çıkabilir. Onların gönlü ferah olsun, onlar kalemimizin dürüstlüğünden şüphe duymasın diye, -görev kutsaldır nihayetinde- hadi, bakalım şu içeriğe:
***
"Daha işin başında bütün dünyanın Suriye'ye yaklaşımı çok yanlış" olmuş Gül'e göre; "İran ve Rusya'nın Suriye rejimine desteği" hafife alınmış. Halbuki kendisi hep "İlişkilerin muhafazasından yana"ymış! Türkiye "hard power"ını fazla kullanıyormuş, kendisi "soft power"dan yana olduğundan "başından beri silahlı mücadeleye karşı olduğu" bilinirmiş.
2012'de Suriye uçağı "kan gülleri" fırlatılarak düşürüldü zahir!
Zira, bu son derece "hard" eylem vuku bulduğunda Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Gül, o günkü "ellerinize sağlık" tadındaki açıklamasında "Silahlı kuvvetlerin görevini yerine getirdiğini ve gerekenin yapıldığını" ifade etmişti.
Unutmadan;
Ahmet Davutoglu, 2011'de Şam'a gidip, Esad'a, Olağanüstü Hal'i kaldırmasını, Kürtlere kimlik vermesini tavsiye ettiğinde, hatta bir de kendi yazdığı "reform konuşmasını" dayatmaya kalktığında da…
Tayyip Erdoğan, köprüleri attığı "Deniz tükenmektedir, bu yol çıkmaz sokaktır" konuşmasını yaptığında da…
Davutoğlu, "Artık Suriye ile konuşulacak bir şey kalmamıştır" diye, "soft power" sürecine "noktayı" koyduğunda da…
Şam yönetiminin mali varlıklarının durdurulması, Suriye devlet bankaları ile ilişkilerin kesilmesi, ticari ve ekonomik ilişkilerin dondurulması ve Suriye ordusuna silah ve askeri malzeme tedarikinin durdurulması gibi yaptırım kararları alındığında da…
Sayın Gül, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'ydı.
2013 yılında, Washington Post'un "Esad gitmeli mi" sorusuna verdiği cevap da, hiç öyle "ilişkileri muhafaza" mesajı filan içermiyordu:
- Kim böyle bir kan banyosuna rağmen kalmasını düşünebilir!
Üstelik, bu ağır faturanın altında adı altın harflerle yazan Davutoğlu'nu, "Türk siyasetine kazandıran" da oydu!
***
Sade dış politikada değil, iç politikada "soft power" yanlısıymış meğer Sayın Gül; kutuplaştırıcı, dışlayıcı değil kapsayıcıymış.
Demek biz fark edememişiz. Tabi ya, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" deme "ilkelliğimiz" gibi en fena, en ağır mevzuları bile nasıl mütebessim söylerdi; bilememişiz kıymetini!
Kendisinin Cumhurbaşkanlığında, mecaz değil fiilen Türk katili olan Serj Sarkisyan "Ermenistan Cumhurbaşkanı" sıfatıyla Türkiye'de ağırlanırken, Hocalı soykırımcısı bu cani incinmesin diye Azerbaycan bayrakları yasaklanıp çöpe atılırken, Güroymak "Norşin"leşirken, bizatihi sarf ettiği "Kürt sorunuyla ilgili çok iyi şeyler olacak" sözleriyle müjdelenen(!) açılım sürecinde, adından başlayarak "Türk"e dair ne varsa bir bir silinirken kendimizi dışlanmış, ötekileştirilmiş, marjinalleştirilmiş hissetmemiz, demek ki, çok afedersiniz bizim eşşekliğimizden ibaretmiş!
***
Tamam, son bir hafta-on gündür Ankara'da tozu dumana katan "askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması" konusunda da, bir gece ansızın TBMM'den geçirilen kanunu da o onaylamış ama bir sorun bakalım neden?
"AB kriteri"ymiş de o yüzden!
AB'ye girelim de, 'Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilsin, bütün tersanelerine girilsin, bütün orduları dağıtılsın' ne gam sonuçta!
***
Meral Akşener aday olmasa, Millet İttifakı adı üzerinde tam/kesin mutabakata varmış olsa "Başkan adayı" da olacaktı ama zinhar istediği şey değilmiş "Başkanlık" aslında.
Yiğidi öldür hakkını yeme, "yok öyle değil" diyemem buna; ilk günden beri gönlünde yatan aslan daha "adem-i merkeziyetçi" bir modeldi zira!
Ne olurdu sanki herkes "ana dilinde(!)" konuşsa, okusa, tabelalarını söyle assa, resmi yazışmalarını böyle yapsa, kendi "bayrağını (!)" da assa bir yana!!!
***
Memleketin bunca derdi varken bütün köşeni ziyan ettiğine değdi mi bari diye düşünen varsa;
Düzenli bir biçimde aklımızla alay edilmesine, aptal yerine konulmaya şerh düşmek adına, değdi valla!