Medyadaki Atatürk operasyonunun hedefi!
Bursa Türk Ocağı’nın düzenlediği “Psikolojik Harekâtta Medyanın Rolü” konulu konferans için konuşma planlaması yapıyordum. Gerçi gerek de yoktu.. Meselâ son bir ay içinde sürdürülen Atatürk’ü karalama operasyonu, tam bir psikolojik harekâttır. Önce “Atatürk bir diktatör müydü” diye başladılar, sonra CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim katliamından Atatürk de haberdardı” mesajıyla yayınlanan açıklaması, Atatürk’ün şahsında Türklüğe kin ve nefret besleyen kriptoların onu bir suçlu gibi göstermek için yaygaraya başlaması, eş zamanlı olarak, herkesin Atatürk’e sahip çıkmasını Stockholm sendromu olarak yorumlamaları bu harekâtın ürünüdür.
Aslında düğmeye bizzat Tayyip Erdoğan basmıştı ve “Dersim belgelerini açıklarım” diyerek, kendisinin Başbakanı olduğu ülkeyi suçlamıştı.. Bu tutumu bir eleştiri olarak kabul edemezsiniz. Çünkü, aynı konuşmaların içinde PKK’nın da sık kullandığı, “asimilasyon, ret ve inkâr politikaları” gibi ifadeler de vardı.. Bunların üzerine de Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptal edilmesi ama Batı’ya tam teslimiyeti başlatan Abdülmecit’in, Atatürk’ün hayatını kaybettiği Dolmabahçe Sarayı’nda 10 Kasım’dan bir hafta sonra ve Vahdettin’in Türkiye’den kaçış tarihi olan 17 Kasım’da anılması, yine Florya’daki Atatürk Köşkü’nde Fener Rum Patriği’nin ayin düzenlemesini de eklerseniz fotoğraf daha net görünür..
***
Batı, Atatürk’ten sembolik olarak intikam alıyordu zaten.. Meselâ, 29 Ekim 2004’te Türk yıldızları Ankara semalarında gösteri yapar ve devlet erkânı resmi bayram kutlamalarında bulunurken de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türk düşmanı Papa’nın heykeli altında Avrupa Anayasası’nı imzalıyordu.
Bu, aynı zamanda bir psikolojik harekâttı..
Graham Fuller ve Paul Henze de 1980’li yıllardan itibaren, “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir” demeye başlamıştı. Sonuçta, dönüştürme projeleri birbiri ardına uygulandı ve projeyi kabul edenler Türkiye’de tek başına iktidar yapıldı.
Önce Turgut Özal’ı iktidar yaptılar, Özal, konuyu “Federasyonu tartışalım” noktasına kadar götürdü ve kendisine bağlı özel bir istihbarat örgütü kurmaya çalışarak, Ilımlı İslam projesini hayata geçirdi. Zaman içinde bu proje kapsamında eğitimden geçen nesiller, ağırlıklı olarak ANAP ve Refah Partisi’ne egemen oldu. ANAP iktidardaki teslimiyetçi ve vurguncu politikalar yüzünden yıpranınca, kadrolar Refah ve sonra Fazilet Partisi içinde kendisini gösterdi. Fazilet Partisi içinde “Yenilikçi kanat” adını alan dönüşüme uğramış kadrolar, Graham Fuller’in açık teşviki ile AKP’yi kurarak, liberalleşmeyi ve ABD politikalarını savunmaya başladı. Parti programlarına bile kendilerine ABD’den gönderilmiş gizli CFR memorandumunu hemen hemen aynen aldılar.
Medya üzerinden sürdürülen Türkiye’nin temel değerlerini çökertme eksenli psikolojik harekâtlar, bu projenin ürünüdür ve kampanyada kullanılan kişiler, ya Türk düşmanlığından gözü dönmüş kriptolar, ya yaptığı işi İslâma hizmet zanneden gönüllüler ya da sadece para hırsıyla hareket eden maddiyatçılardır..
***
İkinci sıradakilerin yani Müslümanların uyanacağını umut ederek, Suat İlhan’ın tarihi bir tespitini, yeri gelmişken bir defa daha hatırlatayım:
“Atatürk devriminden yani 1920’den önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25.5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12.7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür.
İslam dünyası ise 1920’de 1.8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”
İslâm dünyasının ve diğer mazlum milletlerin önündeki tek bağımsızlık modeli de Atatürk modelidir.. İşte Batı’nın Atatürk’ü yıkarak ulaşmak istediği hedef, İslam topraklarının ve servetinin tapusunu Müslümanların elinden almaktır. Hem de Türkiyeli Müslümanları kullanarak.. Arap Baharı’nda olduğu gibi...