Kurtuluş Savaşı’nın ünlü kadın kahramanı
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan kurtuluş mücadelesinin 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanmasında kadın kahramanlar da büyük rol oynadı.
O kadınlarımızın öykülerini araştırmacı-yazar Fevziye Abdullah Tansel, “Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Askerlerimiz” kitabında (Cumhuriyet Yayınları) yayımlamıştı.
Bu kitaptan yararlanarak “Kara Fatma” diye ünlenen Fatma Seher Hanım’ı anlatmaya çalışacağım:
1888’de Erzurum’da doğdu. Genç yaşta evlendiği kocası Sarıkamış’ta şehit düştü.
Topraklarımız işgal edilmeye başlayınca “Ben ne yapabilirim” diye düşündü ve sonuçta düşman askerlerine karşı kadın ve erkeklerden oluşan bir çete kurdu.
Kısa boylu, zayıf ve kara gözlüydü. Elinde silahı, belinde fişekliği, ayağında çizmesiyle dolaşıyordu.
Çetesiyle İzmit, Bursa, İznik, Kumlu, Alaşehir, Sivrihisar, Afyon ve Sakarya cephelerinde mücadele verdi.
İzmit’teki çatışmalar sırasında iki parmağını kaybetti.
Gösterdiği başarılar nedeniyle teğmen rütbesi verildi. Çetesi de resmî bir sıfat kazandı, müfreze oldu.
Afyon’un Sürmeli Köyü’nde müfrezesiyle ilerlerken düşman askerlerinin attığı kementle yakalandı.
Günlerce sorgulandığı halde tek bir askerî sır bile vermedi.
Yunan ordularının başkomutanı Trikopis’in karşısına çıkarıldı. Trikopis uzun uzun yüzüne baktıktan sonra “Sen Kara Fatma ha!” dedi. Bu cümleyi ardı ardına üç kez tekrarladı. Şaşkınlığının nedeni onu dev cüsseli biri diye düşünmesi olmalıydı.
Bir odaya kapattılar, başına bir nöbetçi diktiler. 19 gün orada kaldı. Bir akşam nöbetçi asker şarap içip uykuya dalınca onun silahını alarak firar etti ve tekrar müfrezesinin başına geçti.
Bu başarısının ardından üsteğmen rütbesine yükseltildi.
Düşman askerlerinin topraklarımızdan tümüyle kovulduğunu öğrendiği an mutluluktan uçuyordu.
...
5 Temmuz 1923 tarihli Tanin gazetesinde yayımlanan röportajında şunları söyledi:
“Okumam ve yazmam yok. Tahsilim olsaydı zarar mı ederdim? Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hâli değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacaktır.
Bundan sonra kadın erkek hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve çarşafsız gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki bunlar arasında peçeyi ve çarşafı düşünecek halde değiliz.
İstanbullu kadınlar Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalıdır. Anadolu halkı, hele de kadınları İstanbullu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır.”
Cumhuriyet’in ilanının ardından üsteğmen maaşı bağlandı. Ama o “Ben savaşa menfaat temin etmek amacıyla değil düşmanı topraklarımızdan kovmak için girdim” diyerek maaşı kabul etmedi, Kızılay’a bağışladı.
Sonraki yıllarda ciddi geçim sıkıntısı çekmeye başladı. Bunun üzerine İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı’nın girişimleriyle bazı yardımlar yapıldı, Defterdarlık’ta iş verildi.
1950’li yılların başında yaşlılığı nedeniyle çalışamaz oldu, yeniden derin bir yoksulluğun içine düştü.
1954’te Kars Milletvekili Tezer Taşkıran ile Rize Milletvekili İzzet Akçal verdikleri kanun teklifinde ona hayatta bulunduğu sürece vatani hizmet tertibinden ayda 170 lira aylık bağlanmasını istediler.
Teklif Meclis’te kabul edildi.
Bağlanan bu maaşı ancak bir yıl alabildi, 17 Şubat 1955’te hayatını kaybetti.