Köpeklerle ilgili göz yaşartan anılar

Aziz Nesin 14 yaşındaydı.

Çengelköy Askerî Ortaokulu’nda yedinci sınıfta okuyordu.

Tabiat Bilgisi öğretmeni Dr. Fikri Servet Bey’di.

Bu öğretmenin köpeklerle ilgili anlattığı bir anısını hiç unutmadı, uzun yıllar sonra gazetedeki köşesinde ve bir kitabında yazdı.

Dr. Fikri Servet Bey şöyle demişti:

“Divanyolu’nda anayol üstünde bir evde oturuyorduk. Bir kış sabahı evin ikinci katında yola bakan pencere önünde oturmuş kahvemi içerek gazete okuyordum.

Sokakta bir köpek sürekli olarak havlamaya başladı.

Öyle acı acı havlıyordu ki tedirgin oldum gazeteyi okuyamadım.

Aşağı indim kapıyı açıp baktım.

Havlayan kıvırcık ak tüylü bir sokak köpeğiydi.

Beni görünce inlemeye başladı. Canının yandığı belliydi. Çenesini eşiğe dayadı. Yüzüme bakıyordu.

Kucağıma alınca bir ayağının kırık olduğunu gördüm. Yarasını yıkayıp arıttım, ilaçladım. Kırık ayağını bir tahtaya bağlayıp sardım.

Uzun süre inledi. Neden sonra sustu. Karnını doyurdum. Uyudu.

On beş gün kadar sonra sargısını çözdüm. Bir süre de topallayarak yürüdü. Sonra topallaması da geçti. Cana yakın sevimli bir köpek oldu.

Sokağa alışkın olduğu için hiç evde kalmak istemiyordu. Her fırsatta sokağa kaçıyordu.

Araya taraya bulup eve getiriyorduk. Günün birinde yine kaçmış, çok aradık, bulamadık. Üzüldük elbet ama zamanla unuttuk gitti.

Ertesi kış yine bir sabah pencere önünde kahvemi içiyordum.

Acı acı havlayan bir köpek sesi duydum. Onun sesine benziyordu.

Aşağı inip sokak kapısını açtım. Evet, ta kendisiydi.

Beni görünce sevinçten kuyruğunu sallamaya başladı. Üzerime atılıyordu.

Ama bu kez yalnız değildi. Yanında koskocaman sarı tüylü bir köpek vardı. O köpek boyuna inliyordu. Yakından bakınca bir ayağının kırık olduğunu gördüm.

Küçük sokak köpeğimiz bir yıl sonra ayağı kırılmış arkadaşını da tedavi etmem için bana getirmişti.”

...

Şimdi de Gazeteci-Yazar Müşerref Hekimoğlu’nun bir anısını okuyalım:

“Büyükbabam hekimdi. Yaşlılığında Bozüyük’e yerleşti.

Hastalara bakmak için at arabasıyla köylere giderdi.

Arabayı çeken kısrağın adı Hanım’dı.

Büyükbabamın bir de köpeği vardı. Cins değil herhangi bir köpekti, adı Sarı’ydı.

Sarı’yla Hanım birbirlerini çok severlerdi. Oynaşırlardı.

Büyükbabam arabaya binip yola çıkınca Sarı da arabanın arkasına takılır giderdi.

Büyükbabam uzak köylere gidecek olursa arkalarından gidip yorulmaması için Sarı’yı daha önceden ahıra kapatır bağlardık.

İki-üç saat sonra salıverince Sarı, Hanım’ın ayak izlerini koklaya koklaya yola düşerdi. Her nereye gitmiş olursa olsun Hanım’ı bulur eve hep birlikte dönerlerdi.

Büyükbabam artık köylere gidemeyecek kadar yaşlanınca arabayla birlikte Hanım’ı sattı.

Satın alan adam Hanım’ı, Denizli’nin ilçesi Buldan’a götürdü.

Hanım evden giderken arkasına düşmesin diye Sarı’yı bağlamış üç gün salmamıştık.

Üç gün sonra çözdüğümüzde Sarı, Hanım’ı arayıp durdu. Uzaklara gidip gidip yine eve dönüyordu. On beş gün kadar böyle arandı. Bir gün de gitti dönmedi. Çok aradık ama bulamadık.

Neden sonra Buldan’dan Sarı’nın haberini aldık.

Sarı, araya araya Hanım’ın ayak izlerini buluyor. İzleri koklaya koklaya gidiyor. Evden çıkışından birbuçuk ay sonra Hanım’ın olduğu evin bahçesinden içeri giriyor.

Bozüyük’le Buldan arası 600 kilometredir.

Sarı bahçeye girdiğinde öyle yorgun öyle bitkinmiş ki Hanım’ın bacaklarının dibine düşüyor. Bir daha kalkamıyor, orada ölüyor.”

...

Son söz:

Bu iki anı, başta köpekler olmak üzere sokak hayvanlarının öldürülmesine ilişkin yasa teklifini görüşmekte olan Meclis üyelerine ithaf olunur.

Yazarın Diğer Yazıları