KKTC'de demokrasi tamam, sıkıntılara devam
UBP, 19 Nisan’da yapılan seçimlerde, tek başına iktidarı kazanarak zafere ulaştı. Böylece 2003’de terk edilen milli siyasete dönüş onaylandı. Bağımsızlık ve Türklük şuuru galip geldi, bu arada “Renkli devrimlerin” de ipi çekildi.
Bilindiği gibi milli siyasetimiz; siyasi eşitliğe, iki devlete, iki bölgeliliğe ve Türkiye’nin etkin garantörlüğüne dayalı konfederasyon olarak belirlenmişti. Bu görüş, hükümetler, TBMM ve MGK tarafından defalarca tekrarlanmış ve bütün müzakerelere esas yapılmıştı.
Daha sonra AB, hukuka aykırı olarak Rumları üye yapmaya kalkınca, Türkiye, “Siz Rum kesimiyle hangi ölçüde bütünleşirseniz, biz de KKTC ile o ölçüde bütünleşeceğiz” kararını aldı ve bunu açıkladı.
İşte 2003 döneminde terk edilen devlet siyasetinin özeti böyle. Başka bir ifade ile, siyaset yerine siyasetsizlik yolu seçildi. Sonra CTP iktidara getirildi, Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı yapıldı. Ve yeni resmi görüşü, “Bağımsız devlet istemek bölücülüktür. Biz Birleşik Kıbrıs’tan yanayız.” şeklinde açıkladı.
24 Nisan 2004 referandumunda Annan Planı reddedilince, 29 Temmuz 2005’te “Kıbrıs Ek Protokolü” imzalandı. Böylece Rumların Kıbrıs’ın bütününü temsil eden meşru hükümet olduğu anlamına gelen bir taahhüde girildi.
Yine bu dönemde iki toplum lideri arasında çözüm görüşmeleri başlatıldı. İlke olarak “Tek egemenlik-Tek kimlik-Tek vatandaşlık” konularında mutabakat sağlandı. Bu kavramlardan neyin anlaşılacağı, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarında belirlendiğinden, kurulacak bir devletin üniter yapıda olacağı, Türk tarafının azınlık konumuna düşeceği görülüyordu. Talat-Hristofyas görüşmelerinin devamında ise, “Yönetim-Güç Paylaşımı-Mülkiyet” konularında anlaşma sağlanamadı. Buna rağmen görüşmelerin sürdürüleceği açıklandı.
İşte seçimler bu ortamda yapıldı. Sonuçtan rahatsız olan çevreler tepkilerini bir bir ortaya koymaya başladı. Dışarıda Rum kesimi, Yunanistan, AB ve ABD, başta geliyordu. İçeride ise Cumhurbaşkanlığı, AKP iktidarı ve yandaş medya yerini almıştı.
KKTC seçimlerinden rahatsız olanlar bugüne kadar hep, “Demokrasi” , “milli irade” ve “seçilmişlerin egemen olacağı” ilkelerini savunuyorlardı. Ama bu defa, bütün bunları bir tarafa bıraktıkları görülüyor.
İçeride ve dışarıdaki bu olumsuz tavır, KKTC için ciddi bir sıkıntı kaynağı. Çünkü UBP, Kıbrıs Türkü’nün önüne “iki devletli, iki bölgeli konfederasyon” teziyle çıktı ve kazandı. Seçmen bu görüşe oy verdi. Şimdi iktidar olunca, bir takım baskılar karşısında görüşünden vazgeçecek mi? İktidar uğruna kendini, inançlarını inkar edecek mi?
Tabii bu mümkün değil. Tanıdığımız kadarıyla ne UBP, ne de Genel Başkan Derviş Eroğlu böyle bir yola girmeyecektir. Daha önce anavatan Türkiye ile birlikte geliştirilen milli siyaset, Parti ve Genel Başkan’ın da inançla savunduğu adil bir görüş olmuştur. Vazgeçilmesi değil de, bu yolda Türkiye ve Cumhurbaşkanı Talat’la belli bir çerçevede uzlaşarak müzakerelerin sürdürülmesini başarmak durumundadırlar.
* * *
Bir tehlikeli sıkıntı konusu da, Avrupa Toplulukları Adalet Divan’ın (ABAD)’da aleyhimizde karara bağlanan Orams davasıdır. Bu davanın ne kadar önemli ve hayati olduğuna dair 3 Aralık 2008’de bu sütunlarda bilgi vermiştik.
Davanın seyrine baktığımızda tamamen aleyhimize sonuçlanacağı önceden belli oluğu halde, hiçbir tedbirin alınmaması dikkat çekicidir. ABAD’ın kararına göre, Rum mahkemelerinin hükümleri, KKTC’de günlük işlerde ve ticaretle ilgili her konuda bağlayıcı olacaktır. Aynı şekilde, bu kararlar, bütün AB ülkelerinde de geçerli sayılacaktır.
KKTC çok bir tehlikeli vadiye gelmiştir. KKTC’nin tasfiyesi yolu açılmıştır. Bu noktaya nasıl geldiğimizi, 3 Aralık’taki yazdığımız yazıda izah etmiştik. Orams davasının ABAD’a gitmesini önlemek için KKTC avukatlarının itirazı yeterli iken, bu anlaşılmaz bir şekilde yapılmamıştır.
Evet, Kıbrıs davamız çıkmaza girmiştir. Ne diyelim, Allah bu masum milletin yardımcısı olsun!