"Kindar nesil" iktidarı ve Türklük!

İstanbul eski müftülerinden Mustafa Çağrıcı, Karar gazetesinde, Mehmet Akif ile Necip Fazıl'ı karşılaştırdığı yazısında, bugünkü İslâmcılara, Akif'in "geleneği sorgulayan; aklı, bilimi ve çağın gerçeklerini dikkate alan, menfaatine göre yön değiştirmeyen, erdemli Müslüman hasretiyle kıvranan" anlayışı yerine, "Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu ve benzerlerinin, izleyenlerini kendi kusurlarını saklamaya, başkalarını suçlamaya yönelten; hınç, öfke ve kin yükleyen, rövanşist, intikamcı bir İslâmcılık telkin eden tarzının hâkim olduğunu, ikincisinin nefislere daha çekici ve faydalı geldiği için birincisini bastırdığını, sonucun ise ortada olduğunu" yazdı...

Bilindiği gibi Tayyip Erdoğan, 2002 Şubat ayında AKP Gençlik Kolları Kongresi'nde, "Bu ülkede geçmişte yapılan hatalar milletimize de, ülkemize de çok ağır bedeller ödetti. Bu bedellerin tekrar tekrar ödenmesine, millete yeniden ağır faturalar ödetilmesine biz razı olamayız. İşte onun için biz gençlik diyoruz. En önemlisi de milli manevi değerlerine sahip çıkan, onları yaşatan, geleceğini geçmişinden aldığı güç, gurur ve ilhamla şekillendiren bir gençlik tasavvur ediyoruz. Altını çiziyorum modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum." diye konuşmuştu.

***

AKP hareketinin başlangıçtaki iki lideri Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl'dan etkilendiklerini zaman zaman söylemişlerdir. Erdoğan'da, Kadir Mısıroğlu etkisi daha etkilidir. Gerçi, iki siyasi figürün söylemlerine değil eylemlerine bakılırsa, özellikle dış politikada yaptıklarının, İslâm dünyasının aleyhine olduğu çok nettir. Gül'ün ve Erdoğan'ın dış politikası, Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanlığına dayanır. Arap Baharı'nın ilk hazırlıklarını İstanbul'da başlatmaları, ardından Libya ve Suriye'nin iç savaşa tutuşmasını isteyen ABD'nin bu ülkelerle ilgili bütün taleplerini yerine getirmeleri ve bu politikaya halen devam etmelerinin Necip Fazıl ile bir ilgisi olmasa gerek. Yine Necip Fazıl etkisiyle yetiştiği sonradan ortaya çıkan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da, bugünlerde NATO'yu İdlib konusunda yardıma çağırmaktadır!

***

Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalara yol verilmesi, TSK'ya kumpas kurulması ve bu davalar yüzünden çok değerli şahsiyetlerin, kanserden, kalp krizinden, beyin kanamasından veya intihara sürüklenerek kaybedilmesi ise cumhuriyete ve kurucularına duyulan öfke ve kinin yansımasıdır. Bu öfke ve kin, Türklük, Atatürk, İsmet İnönü düşmanlığı şeklinde de zaman zaman açığa çıkmaktadır.

Hepsini birden değerlendirdiğimiz zaman öfke ve kin duyulan asıl kavramın "Türklük" olduğu sonucuna varıyoruz. Zaten, Abdullah Gül, daha 1993 yılında Ankara'da düzenlenen Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı'nda "Ne mutlu Türk'üm diyene lafını, tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinin birisi de laiklik ilkesidir" diye konuşan, yani devletin temellerini reddeden bir kişi profili çizmekteydi..

***

Genelkurmay Başkanlığı'nın 27 Nisan 2007 bildirisinde ise "Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" denilmişti.

Bu bildiri, "askeri vesayet" olarak algılanmış, bu sanal uyarının sorumlusu olan Yaşar Büyükanıt'ın, Erdoğan ile Dolmabahçe'de yaptığı anlaşma, AKP'nin oylarının 10 puan artmasına yol açmış, ardından Gül, Cumhurbaşkanı seçilmiş ve Türkiye'yi milli devletten din devletine dönüştürme hedefine doğru hızlı adımlar atılmıştır.

Öyle ki bugün Türkiye'nin başını hangi duvara çarpacakları belli değildir!

dfs-004-001-011.jpg

Yazarın Diğer Yazıları