Kimse aklından geçirmesin!
Dün 19 Mayıs'tı… Mondros'a isyanın ve Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeni bir devlet kurmanın en önemli adımlarından birisinin yıldönümüydü…
Bu yılki 19 Mayıs, ikinci çözüm süreci tartışmalarıyla aynı döneme geldi… Birincisinde devletin bölgede sadece adının kaldığı, ikincisinde ise adının bile kalmayacağı bir çözüm süreci tartışmalarına…
19 Mayıs, Mondros'ta teslim edilmesi istenen ruhun, kurşun geçirmez bir iradenin, Anadolu'ya tutunmasıydı… Bu topraklara pençelerini yeniden geçirerek, Mondros'a ve arkasındaki büyük güçlere rağmen, "Ben varım ve hep olacağım" diyen kararlılıktı…
***
Ne garip bir durum değil mi 19 Mayıs, Mondros ve ikinci çözüm süreci tartışmalarının yan yana denk gelmesi… Oysa o ibret günlerini unutmamak, hatırlatmak gerekiyor, gerçek anlamda beka için…
'Çözüm süreci' denilen olgu neredeyse yeni bir Mondros Mütarekesi'ydi... İyi de biz Mondros'u Birinci Dünya Savaşı'nda yenildiğimiz için imzalamıştık... Türkiye Cumhuriyeti PKK'ya 2013'e kadar nerede yenilmişti de Oslo'da ve İmralı'da masaya oturtulmuştu? Sahi biz kaybeden taraf mıydık ki müzakereye ve 'zımnî mütareke'ye mecbur bırakılmıştık?
Mondros'ta silah bırakmıştık... Çözüm sürecinde ise 'güvenlikçi politikaları' terk ettiğimizi coşkuyla bildirerek, silahlarımızı nizamiyenin içine hapsetmiştik!.. Halka PKK'nın silah bırakacağını duyurmuştuk hokkabazca... Oysa daha ağır silahlarla mevzilenmelerine göz yumuyorduk... Allah var, orduyu terhis etmemiştik ama elini kolunu çok güzel bağlamıştık!.. İtiraz edeni 'vesayetçilik'le suçlamıştık!
Mondros'ta Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını düşmana açmış, onların Karadeniz'e geçişini ve işgalini sağlamıştık... Çözüm sürecinde ise Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine doğru düşman için 'kan, silah ve moral yolu' açmıştık... Üstelik 'Kobani'ye selam yollaya yollaya!..
Mondros'ta Ermenilerin ve itilaf devletleri esirlerinin kayıtsız şartsız teslim edilmesini kabul etmiştik... Çözüm sürecinde de cezaevindeki KCK'lı teröristleri bir gecede salmıştık...
Mondros ve devamında Hicaz, Suriye, Irak, Trablus ve Bingazi gibi bölgelerdeki Osmanlı subayları en yakın bölgelerdeki itilaf komutanlıklarına teslim edilecekler, ayrıca tehcir ve savaş suçlusu olarak görülen İttihatçıların yargılanması söz konusu olacaktı... Çözüm sürecinde de 'iftiraları, suçlamaları, asit kuyularını, faili meçhulleri' gerekçe yapacak, güvenlik görevlilerimizi yargılayacaktık...
Mondros'ta düşmana, güvenliğine tehdit hissettiği anda istediği yeri işgal etme hakkını vermiştik... Çözüm sürecinde bu madde yoktu ama vatan toprakları içinde terörist heykeli dikerken de, mezarlıklar inşa ederken de, şehirlerde sözde asayiş birimleri oluştururken de, fiili işgalin alt yapısını oluştururken de görmezlikten gelmiştik...
***
Devletin ve milletin alnına dayanan namluyu yıllarca 'barış çubuğu' diye yutturmaya çalıştılar… "Bu çözüm süreci değil, öncekinden daha kanlı bir sürece hazırlık süreci" diyenlere karşı "Artık analar ağlamayacak, kan dökülmeyecek, PKK silah bırakacak, yurt dışına gidecek, terörle mücadeleye para harcanmayacağı için milyar dolarlar cebimizde kalacak, hayvanlar bile gülecek, küresel güç olacağız!.." propagandasıyla karşılık verdileri ve etkili oldular…
Sanki bütün bunlar yaşanmamış gibi tuhaf tuhaf gevelemeler var siyasî ağızlarda… Hoş çok net karşı çıkıyormuş gibi iri iri lâflar etseler ne olur? Ne kadar inandırıcı olabilirler? Oslo görüşmeleri ilk gündeme düştüğünde "Görüşen şerefsizdir"den başlayıp daha sonra nerelere geldiğimizi unutmuş değiliz!..
'Dil sürçmeli, sayınlı, zamanlamalı, mektuplu, tecritli' diller, bize psikolojik sınırın 'Sivas'ın ötesi-berisi' denilerek nereye çekildiğini hatırlatıyor…
Bir de şunları tabii: Terörist Öcalan'ın siyaseti dizayn ettiğini, koalisyon ortağı gibi davrandığını, taraftarlarına müjdeler verdiğini, Ankara-Kandil-İmralı üçgeninin saygın üyesi muamelesi gördüğünü, Nevruzlarda mektuplarının okunduğunu... O esnada liberal sol, pop-İslâmcı, Kürtçü ve İstanbullu beyaz aydınların birlikte sevinç gözyaşı döktüklerini... Cemaat medyasıyla havuz medyasının ortaklaşa 'Kardeşlik kazandı' manşetleri attıklarını...
Dağlarda tutunma şansı kalmamış PKK'nın, süreç sayesinde şehirlerde nasıl da 'alan hâkimiyeti' sağladığını… Ömrünü terörle mücadeleye adamış olanların 'JİTEM'ci, katil, asit kuyucusu, beyaz Torosçu' gibi suçlandıklarını, 6-7 Ekim olaylarını…
***
Kimse aklından geçirmesin kimse!..