Kıbrıs konusu millidir. Oynanamaz
KKTC’de yeni cumhurbaşkanı seçildi. Seçilir seçilmez de, bilinen politikasını ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı. Ancak yaptığı açıklamaların Türkiye’nin Kıbrıs politikasıyla uyum sağlamadığı görüldü. Bu nedenle KKTC Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamalar, anında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından tepkiyle karşılandı. Bu durum hem ulusal, hem de yabancı basının ilgisini çekti.
Akıncı’nın KKTC Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, BM, AB ve Rum kesiminde memnuniyetle karşılandı, Akıncı’nın politikası bu kuruluşların menfaatlerine ve düşünceleriyle uyum sağladığı için onları beklenti içine soktu. Çözüm olabileceği konusunda ümitlendirdi. Türkiye ve KKTC karşıtlarını sevindirdi. Bu nedenle kendisine tebrik mesajları gönderildi ve müzakerelere başlanması için çağrılarda bulunuldu. Nitekim ilk buluşma hemen planlandı. Bilahare de ilgili kurumların temsilcileri ardı ardına ziyaretlerde bulunacak.
* * *
Akıncı’nın hatası, Kıbrıs konusunun sahibi olan ve bugüne kadar KKTC’nin varlığını sürdürmesi, güvenliğinin sağlanması, Kıbrıs Türkünün hak ve menfaatlerinin korunması, can ve mal emniyetinin muhafazası, onurlu bir şekilde yaşaması için büyük fedakârlıklar yapan, bedel ödeyen ve buna da devam eden Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzak tutma anlayışı ve bu yöndeki davranışıdır.
KKTC, bağımsız ve Türkiye’nin tanıdığı bir devlettir. Akıncı da bağımsız bir devlet olduklarını ve kendi kararlarını kendilerinin vermesi gerektiğini ifade etmektedir. Ancak Türkiye’siz, varlığını bağımsız bir devlet olarak sürdürmesi mümkün değildir. Akıncı’nın savunduğu tez de bağımsızlık değil, federatif bir yapı içinde, Rumlarla birlikte yaşamaktır. Fakat Rumlarla birlikte yaşamanın mümkün olmadığı da bir gerçektir. Bağımsız bir devlet olarak kendi kararını, bağımsızlığının kaybedilmesi yönünde kullanmak istemesi de ayrı bir garabettir.
Akıncı’nın 2004 yılında, KKTC ve Kıbrıs Türkü’nün aleyhine olan, gerçekleşmesi halinde Kıbrıs’ta kontrolün tamamen Rumların eline geçmesini sağlayacak, adaletsiz ve gereksiz Annan Planı’nın, KKTC’de kabul edilmesi yönünde çalışmalar yaptığı ve büyük çaba sarf ettiği de bilinmektedir.
Daha gelir gelmez, Türkiye’nin etkisini azaltmaya yönelik davranışları, Maraş bölgesini BM gözetiminde eski sahibi sıfatıyla Rumlara devretme söylemi, sorumsuzca yaptığı görüşmeler, karşı tarafın iştahını kabarmıştır. KKTC’nin, Türkiye’den başka ülke ve kuruluşlardan himaye göreceğini beklemek hayaldir. Kuzuyu kurda emanet etmenin neler getirebileceğini düşünmek gerekir.
Seçim propagandalarındaki söylemlerinin halk tarafından kabul gördüğü, beklentinin de bu yönde olduğu, kendisinin bundan ötürü seçildiği yaklaşımıyla, bugüne kadar sürdürülen çabaları hiçe sayarak “geçmişe ait yaprakları söküp attık, yeni bir sayfa açıyoruz” demesini ve açıklamalarını kabul etmek mümkün değildir.
* * *
Her seçim sonucu, “milli irade”nin tecellisi olarak da görülemez. Seçim demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ancak bunda algı operasyonlarının etkisi büyük olup, algının da her zaman milletin menfaatleri yönünde yaratılmak istendiği de söylenemez. KKTC’de bu tablonun oluşmasında birçok lobi faaliyetinin rol oynadığını görmek gerekir. Halkın hoşuna gideni değil, yararına olanı ortaya koymak, milletin ve devletin menfaatlerini gözetmek esastır. Milli irade ancak bu yönde tecelli ederse değerli olur.
Konu sadece KKTC’yi değil, en az onun kadar, hatta ondan fazla Türkiye’yi ilgilendirir. Kıbrıs, Türkiye için tarihi mirastır, güvenlik ve güvenirlik konusudur. Kıbrıs; Ada’daki Türkler için, siyasi haklara sahip, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki etki alanının kısıtlanmasına engel olunması ve milli menfaatlerinin korunması meselesidir.
Liderlerin karşılıklı olarak, uluslararası kamuoyu önünde polemiğe girmesi doğru bir yaklaşım tarzı değildir. KKTC Cumhurbaşkanının “baş müzakereci” sıfatıyla yapacağı görüşmelerde, Türkiye’nin desteğiyle, gereken sorumlu davranışı göstermesi kaçınılmazdır. Esasen Kıbrıs konusunun 1974’te çözüldüğü, 1983’te de bittiği unutulmamalıdır. Ortada müzakere edecek bir durum olmadığı bilinciyle hareket edilmelidir.
Ancak genel anlamda ve Annan Planı konusunda Türkiye’deki iktidarın geçmişteki hatalı tutumu da unutulmamıştır. Tecrübe kazanıldıkça, gerçekler anlaşıldıkça, hatadan dönülmesi ve her ne sebeple olursa olsun milliyetçi bir davranışla konuya sahip çıkılması memnuniyet vericidir.