Keşke sadece sedye kirlenseydi
Soma'da madenden çıkarılıp ambulansa bindirilirken sedye kirlenmesin diye dert eden o madenci unutulmadı…
Keşke sadece sedye kirlenseydi… Yıkardık geçerdi… Geçmezse bir daha yıkardık…
Dönemin Enerji Bakanı kahramanlıktan dolayı iki gün üst üste aynı gömleği giydi… Yıkadılar geçti… Belki de kuru temizlemeye verdiler…
Sedyedeki leke yıkayınca çıkar da yerde yatan madenci vücudunda tekme olarak patlayan rugan pabucun kiri nasıl çıkar? O gün bu gündür çıktı mı sanki o 'resmî kir'?
***
Çocuktuk… Çamurlanmasın diye kara çizmelerimizin içine sokulan paçalarımız gibiydi gözümüzde devlet… Öylesine korunası, öylesine temiz tutmamız gereken, öylesine kıymetliydi işte…
Sonra yıllar içinde beynimizdeki bu 'temel kabul'ün nasıl örselendiğine şahit olduk… Biz büyüdükçe darbe üzerine darbe yedi zihnimizdeki o devlet algısı… Ardından bir baktık, sırtını polislere dayayan danışman tekmesine kadar varmış…
Devleti eleştirmek için 'jandarma dipçiği'ne atıf yapa yapa büyüyen bir zihniyet, gücü ele geçirince 'danışman tekmesi'ni o 'jandarma dipçiği'nden daha fazla savunur hâle gelmiş…
Yerde yatan acılı madenciye atılan o tekmeler semboldür artık… Şayet o tekmelerin hesabı hukuken sorulsaydı da biz yıllar sonra 'Keşke sadece sedye kirlenseydi' başlığı atmasıydık yazımıza… "Sedyeler kirlendi ama vicdanlar ve adâlet temiz kaldı" diyerek bu acıdan bir parça teselli çıkarsaydık…
O zaman kestirmeden şunu söylemiştik: "O tekmeyi, koruyan, kollayan, gereğini yapmayan, üstünü örtmeye veya hafifletmeye çalışan kim varsa insanlıktan ve delikanlılıktan nasipsizdir... Antidemokratik dönemlerde mağduriyet yaşayıp, şimdi kendisinden olanların ceberutluğu karşısında tevil yarışına giren, tekmeyi yağlayan, "Ama o dışarıdan gelen örgütçüydü" yalanıyla bu sırtlanlığı meşrulaştırmaya çalışan kim varsa ahlâk özürlüdür..."
***
Biz bir parça vicdan, azıcık irfan ve hamiyet beklerken "Tekmene sağlık" başlıkları atıldı bu ülkede… Kalemleriyle boşuna debelenen bizdik: "O madenciyi, polislerin arasında fırsat vurup hınçla saldıran o yüreksiz müşavir tekmelemedi sadece... Partizanlar ve çatal kalemlerini hacıyağı hokkasına batırıp, din üzerinden iftira yayanlar da ekranlardan ve gazete köşelerinden tekmelediler... İftira ede ede vurdular... "Dışarıdan geldi, örgütçüydü, militandı" diye büzülesi ağızlarını yaya yaya madencinin itirazını itibarsızlaştırmaya çalıştılar... İftiraymış, yalanmış, kul hakkıymış, her zamanki gibi umurlarında bile olmadı..."
Ardından devam ettik: "Ve gerçek ortaya çıktı; tekmelenen kişi ne örgüt militanı, ne de yabancıymış...(Kaldı ki, öyle bile olsa, iki polisin etkisiz hâle getirdiği kişiye tekmeler savurmak, 'rüşt ispatı için ne yapacağını şaşırmış bir erkeklik' gösterisi olabilirdi ancak...) Tekmelenen kişi Erdal Kocabıyık isimli on yıllık bir madenciymiş... Ve bölgenin yerlisiymiş...
Havuz medyasının ve 'din kardeşi' dümeniyle yandan beslenenlerin 'meslek ahlâkı'nı göreceğiz şimdi... Ona dışarından gelmiş 'provokatör' diyenlerin içinde bir tane bile vicdan azabına yenilip özür dileyen çıkmayacak!.. Bu da bir 'kul'du ve onun da hakları vardı diye dert edip, helâllik isteyecek bir tek 'şahsiyetli mümin' evet hatta 'gazeteci mümine'ye şahit olamayacağız... Göreceksiniz hepsi o 'üç maymun'un yanında 'umursamayan dördüncü' olacaklar!.."
***
Öyle de oldu… Çıkarmaya çalıştıkları kömür gibi kararmış cesetler ve kömürleşen vicdanlar kalmıştı… Sonuç şaşırtıcı değildi… Çünkü kömürleşen cesetlerin kömür karasından daha koyu vicdanlara yenildiği yerdi Soma...
Onun için keşke kirlenen sadece sedye olsaydı… Kirlenen paçalarımıza yetmesi gibi, sedyeleri yıkamaya da deterjan yeterdi…
Ya vicdanlar, ya adalet, ya insanlık kirlendiğinde onu ne yıkar da temizler? Doldursak hepsini büyük bir belediyenin dezenfektan çukuruna geriye ne kalır?
'Teni kavruklar'ın hukuku, 'kavurmacılar'ın hukukuna yenildikçe, sahi geriye ne kalır?
Sedyenin kiri pası çıkar da, vicdanlara çöreklenmiş kir pas o kadar kolay çıkar mı?