Kaybetmeye ve kazanmaya mahkûm olanlar!
Prof. Hikmet Tanyu, Atatürk’ün 22 Eylül 1924’te Samsun’da Muallimler Birliği’nde yaptığı konuşmada, kendisine sorulan “İlhâm ve kuvvetinizi nereden aldınız?” sorusuna şu cevabı verdiğini belirtir:
“Binaenaleyh efendiler, arkadaşımızın sorduğu ilham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin müşterek temayülü umumi fikri olduğunu münkir olanlar da vardır. Bu gibileri cümleniz çok işitmişsinizdir. Bu gibiler, memleket ve milletle alakasız ve gafil insanlardır. Memleketimizin ve milletimizin başına gelmiş olan bunca felâketler hiç şüphe etmemelidir ki bu gafil insanların, memleketin tâlih ve iradesini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.
Efendiler! Bir sosyal heyetin mutlaka mâşeri bir fikri vardır. Eğer bu, her zaman ifade ve izhar edilmiyorsa, onun ademi mevcudiyetine hükmolunmamalıdır. O, fiiliyatta behemehal mevcuttur. Varlığımızı, istiklâlimizi kurtaran bütün efal ve harekât, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi asarından başka bir şey değildir.
Efendiler, yeryüzünde üçyüz milyonu mütecaviz islâm vardır. (1924’te) Bunlar, ana-baba, hoca terbiyesiyle terbiye ve ahlâk almaktadırlar. Fakat maatteessüf hakikat şudur ki, bu yüz milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun esaret veya zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi terbiye ve ahlâk onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek meziyeti insaniyeyi verememiştir, veremiyor. Çünkü hedefi terbiyetleri millî değildir. Efendiler, millî terbiyenin ne demek olduğunu bilmekte artık bir günâ teşevvüs kalmamalıdır. Bir de millî terbiye esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da millî yapmak zarureti gayrı kabili münakaşadır.”
Atatürk’e göre bütün Müslüman milletler de milliyetçi olmak zorundaydı...
Yine Tanyu, Atatürk’ün bazı konuşmalarını hatırlatıyor:
“Efendiler! Ben de bazı arkadaşlarım gibi Garp milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışıklığım da harp sahalarında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin Kuvve-i Maneviyesi, bütün milletlerin Kuvve-i Maneviyesinin fevkindedir.”
* * *
Türk Milleti’nin manevi gücü, ABD’nin veya AB’nin plânları ile bitmez. Bu güç, sadece genetik yapıdan değil, Gumilev’in belirttiği gibi biyosferden doğar. Biyosfer, hava, su, üzerinde yaşadığımız toprağı dolayısıyla vücudumuzu meydana getiren elementler ve iklim gibi doğal ortama denir. Bu ortamı insanlar oluşturmuyor. Milletlerin varlığı manevi güçlerine, manevi güçleri de biyosfere bağlıdır. Dolayısıyla milletlerin kaderini, biyosferi yaratan Tanrı belirler.
Bu bakımdan olumsuz şartlar karşısında Türk Milleti’nin moralini bozmasına hiç lüzum yoktur.
Evet, çürüyen dokular vardır. Fakat çürükler, kendi kendini imha etmekle birlikte, aynı dokuların yerlerini taze hücreler almakta, milletin genlerinde mevcut bulunan güç, nesilden nesile daha etkin bir oranda ve daha belirgin bir şekilde meydana çıkmaktadır.
Atatürk, Kaşgarlı Mahmud’un sözlerini tekrarlıyor, “Tanrı, Türk’ü insanlık şerirlerinden, şakilerinden kurtulsun diye yarattı” diyordu.
Türk Milleti’ne Tanrı tarafından verilen bu görev bitmemiştir ve dünya durdukça bitmeyecektir.
Dolayısıyla ilham ve kudretini Anadolu’dan, Trakya’dan, Türk Dünyası’ndan değil, Washington’dan, Brüksel’den alanlar kaybetmeye mahkûmdur. Emin olun.