İthal bir politika “çözüm süreci”
İktidar tarafından, bölücü terör örgütüyle mücadelede kayıplar verildiği, bunun da toplumda infial, acı ve hüzün yarattığı, Türkiye’nin dikkatini ve imkânlarını sürekli olarak teröre ve bununla mücadeleye yöneltmek zorunda kaldığı ifade edilmiştir. Bu durumdan kurtulmak için her türlü çareyi dikkate alan yeni bir politika ve buna uygun stratejiler geliştirme ihtiyacı duyulduğu düşüncesinden hareketle, çözüm süreci denen bir kavram ortaya atılmış ve uygulamaya konmuştur.
Çözüm sürecinde neler yapılacağı bilinmemekle birlikte, bugüne kadarki uygulamalardan ve beyanlardan bunun bir tavizler manzumesi olduğu ve karşılığında terörün tamamen sona ermesinin ve terör örgütünün de kendisini tasfiye etmesinin beklendiği anlaşılmıştır. Ancak verilen ve verilecek tavizlerin önemli bir kısmının Türk Milleti’nin büyük bir ekseriyeti tarafından kabul edilmesinin oldukça zor, bir kısmının ise imkânsız olduğu görülmekte veya düşünülmektedir. Bunun sebebi de, anayasanın, Türkiye devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğuna ilişkin hükmünü ortadan kaldıracak bir süreç olduğu algısının gittikçe belirginleşmiş olmasıdır.
Bu algı iktidar tarafından bilindiği için de uygulamanın alıştırarak, hazmettirilerek yapılacağı yetkililer tarafından defalarca ifade edilmiştir. Bu bir anlamda sürecin Türk Milleti’ne yutturulması olarak da düşünülebilir. İktidarın çözüm süreci ve ideolojik uygulamalarıyla gerçekleştirmekte olduğu değişim ve dönüşümün sonucunda Türkiye’nin, “Yeni Türkiye” olarak nitelendirilen, özerk yönetimlerden oluşmuş bir İslam devletine evirileceği anlaşılmaktadır.
***
İktidarın çözüm süreci anlayışına, gözü hiçbir şey görmeyecek kadar kilitlendiği, kendini adeta ona adadığı, sadece iktidarının devamını gözettiği değerlendirilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağına ve ulu önder Atatürk’e yapılan saldırılar ısrarla provokasyon olarak nitelendirilmektedir. Devletin tehdit edilmesi, okulların, milli varlıklarımızın, kamu ve vatandaş mallarının yakılması yıkılması, çözüm sürecinin sabote edilmesi olarak görülmektedir. İsyan teşebbüsleri hafife alınmaktadır. Her fırsat ve ortamda Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletini değil, ülke içindeki ve dışındaki Kürt kökenli insanları gözeten, onlar için gösteri yapan, terör yaratan ve onlarla dayanışma içinde olduğunu ortaya koyan, bölücü siyasetçi, terörist, provokatör, onların destekçisi ve sempatizanlarının yaptıkları, ısrarla anlamazlıktan gelinmektedir.
Güvenlik güçlerimize, karakollarımıza, birliklerimize yapılan saldırıların ve bugüne kadar engellenen, bu eylemlere karşı gerçekleştirilen operasyonların çözüm sürecini durduramayacağı beyan edilmektedir. Bölücü terörist başlarının, çözüm sürecinin bittiği, silahlı militanların ülke içine sokulduğu (zaten ülke dışına çıkmamıştı) ifadeleri dikkate alınmamaktadır. Hâlâ İmralı’daki caniden ve Kandil’deki terörist başlarından medet umulmaktadır. Onların tehditleri dikkate alınmaktadır.
Üstüne üstlük, bugüne kadar çatışma olmaması ve şehit gelmemesi, çözüm sürecinin başarısı olarak gösterilirken, bu durumun sona ermesinden sonra, ilgili bir bakanın “çözüm süreci terör olmayacağı anlamına gelmez” beyanı, bu konuda iktidarın ne kadar mecburcu olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Bu durum çözüm sürecinin, milli değil, dışarıdan yapılan empoze ve baskıların sonucunda ortaya çıkan bir anlayış olduğu intibaını vermektedir.
Zaten bakıldığında iktidarın ve onların yandaşlarının çabası, sürekli olarak bir algı operasyonu gerçekleştirerek, uygunsuz bütün olayların toplum tarafından kendi arzu ettikleri şekilde anlaşılmasının/algılanmasının sağlanması yönünde olduğu da görülmektedir.
***
Şimdi de, bölücüler tarafından dayatılan son tarihin de etkisiyle, bölücülere siyaset yolu da açan bir yol haritası taslağı hazırlanmış ve bölücülerin görüşüne sunulmuştur. Siyaset yolunun anlamı, terörle gelinen noktanın, siyasetle devam ettirilmesine imkân sağlamaktır. Bu durumun terörden daha tehlikeli olduğu göz ardı edilmemelidir.
Yandaş bir gazete genel yayın yönetmeninin, TV’de, Öcalan’ın statüsünün yakında yeniden ele alınacağı açıklaması ibret vericidir. Ayrıca PKK terör örgütünün, eldeki illegal ortamı, imkânlarını ve rantı terk ederek kendini tasfiye etmesini de beklemenin doğru bir yaklaşım olmadığı değerlendirilmektedir. Terör olaylarının, İmralı ve Kandil’in inisiyatifi dışında olduğuna ilişkin beyanlar da yanıltmaya yönelik olabilir. Terörist başları ve bölücü siyasetçiler, ya hakikaten bunları kontrol edememekte, ya da kontrol edemiyormuş gibi davranmaktadırlar. Bu konunun da değerlendirilmesinde fayda görülmektedir.