İmamoğlu sabrı ve siyaset günlerimden anılar…
Şaşıyorum Ekrem İmamoğlu'nun sabrına… Televizyonlardaki kimi görüntülere bakınca "Ah orada ben olsaydım, gösterirdim onlara…" diyorum.
"Ben olsaydım…" Ben vardım bir zamanlar sahne-i siyasette. 1969 seçimlerinde Erzurum'da sandık başında MHP müşahitliği yaparak başladım o işe. Sonra MHP gençlik kollarında görev aldım, il yönetim kurulu üyeliği yaptım. 2003 yılında yeniden MHP, Kocaeli'de il başkan yardımcılığı görevi… Sonra HEPAR… Kuruculuk, genel başkan yardımcılığı, 5 ay genel başkanlık… Ve 2011 seçimlerinde Kocaeli'den milletvekili adaylığı.
Bu görevlerin hepsini hakkıyla yaptım ama hiçbirisine talip olmadım; teklif ettiler, teşvik ettiler, arkadaş ve dost hatırına ya da dava için kabul ettim. Ancak sevmedim siyaseti, o da beni sevmedi, 2015'te kesin olarak ayrıldık.
2011 seçimleri sırasında, Gölcük ilçesinde bir günde yaşadıklarımı aktarayım önce, sonrasını konuşuruz:
Milletvekili aday arkadaşlarım ve partililerimle bir dükkâna giriyoruz. Kendimi ve arkadaşlarımı takdim ediyorum, sebeb-i ziyaretimizi söylüyorum. Adam Erzurum deyimiyle "Hasso bir taksi şoförü" gibi oturmuş bilgisayarın başına. "Haa…" diyor o kadar, dönüp yüzümüze bile bakmıyor. Cinlerim tepeme toplanıyor "Yahu sen ne biçim insansın; bir hoş geldiniz denir, hayırlı olsun denir yahu…" Yanılmamışım Erzurumlu imiş, konuştu:
"Mecbur muyum, gelmiyeydin, senden siyasetçi olmaz!"
"Olmasın ulan, senden de adam olmaz!"
Üstüme yürüyor, tutuyorlar arkadaşlar.
Sokağa çıkıyoruz o sinirle, birisi yanaşıyor yanıma, "Kâzım Karabekir'i niye yargıladınız?" diyor.
"Biz mi?"
"He siz Kemalistler…"
Bak şimdi… Ne yapayım, hele delirmeyeyim, az sabredeyim, anlatmaya uğraşıyorum, beni dinlemiyor. "Ağzından ishal olmuşsun, git tedavi ol!" diyorum. Defolup gidiyor.
Varıyoruz pazar yerine. Bir çınara yaslanmış, salatalık yiyor birisi. Varıp kendimi takdim ediyor, seçim broşürümü veriyorum. Bakmadan yere atıyor. Bu da hak etti. Broşürü alıyorum yerden.
"Seni açmadı, sen hıyarını ye, hıyar herif" diyorum. Bakıyor mal gibi yüzüme.
Ve son durak, bir başka dükkân.
"Bu partinin başkanı emekli paşa mı?" diyor dükkâncı, "evet" yanıtını alınca "Tamam gerisini boş ver" deyiveriyor.
Bu da kaşınıyor:
"Boş vermeyelim, dolusunu de hele…"
"Dememe gerek yok!"
"Niye gericiler gerisini diyemiyor mu?"
Tam çıkarken dükkândan, arkamdan bağırıyor:
"Sen nerelisen?"
"Sana ne?"
"Yavu de Allah'ın seversen, şiven bizim oralara benzir…"
"Bayburtlu."
"Tamam, hemşeriyük, niye bene ters çıhirsan… Gelin hele size çay içürüm…"
Çayı içiriyor, sohbet ediyoruz, eskiden Erbakancı imiş, şimdi AKP'li olmuş. "Hemşerim sehen bir de soru sorum da, ele get" diyor:
"Mustafa Kemal, İstiklal harbinde attan düşmüş kaburgası kırılmıştı, e peki bu adam o halda İzmir'e nasi getti?"
"Kaburgası bir yıl önce Sakarya Savaşı sırasında kırılmıştı."
İnanmıyor, kızıyorum, "Tamam peki" diyor…
Evet… Baktılar ki, İmamoğlu, sabır taşı, çatlatmaya ceht ettiler, çatlatamadılar. Sonunda uydurdular, güya Ordu Valisi'ne tepki gösterirken "İtlik ediyor" demiş. Söz altında kalmayan birisi olarak ben, İmamoğlu'nun öyle demesini de ona çok görmem, ama dememiş.
Kamran İnan'ın bir sözü ile bitireyim: "Siyaset pas gibidir, her şeyi yıpratır, paslanmayacak çelik sinir ister."