İlâhi kamera!
Tayyip Erdoğan, “Gezicilerle paralel örgütün patronu bir... Bunlar zaten ezelden kardeştirler. Şimdi de dayanışma içinde millete karşı, milli iradeye karşı birlikte operasyon yürütüyorlar” diyor!
Paralel örgüt dediği yapılanmayı, devletin her kademesine hâkim kılan kendileri değil midir? Öyleyse, “paralel örgütle, AKP’nin patronu birdir” diyebilir miyiz?
Erdoğan, yine “17 Aralık darbe girişimi tam anlamıyla çökmüştür, tam anlamıyla geri tepmiştir” diyor.
Bu nasıl geri tepmedir ki muhalefet liderleri, alenen kendisine hakaret etmeye başladı!
Erdoğan geri tepmenin delili olarak anketleri gösteriyor! “Yaptığımız kamuoyu anketlerin tamamında AK Parti’nin 2011 seçimlerindeki oy oranını muhafaza ettiğini görüyoruz” diyor!
Anketler bir tarafa, seçimlerde yüzde 60 oy alsanız ne kıymeti var? İnsan bu kadar hakarete neden katlanır?
***
Basında dile getirilen “taciz suçlarında kadının beyanı esastır” sözü var bir de... Tayyip Erdoğan da aynı mantıktan hareket ediyor! Halbuki tarihin hiçbir döneminde böyle bir esas yoktur. Ceza hukukunda somut delil esastır. İslam hukukunda ise zina suçunu ispat etmek için dört tanık gerekir ama orada da tanıkların olayı bizzat görmüş olması aranır!
Kabataş olayında ise tek bir tanık yok!
Her iddia doğru kabul edilecekse, mahkemelere ne gerek vardı? Erdoğan, “Müddei iddiasını ispatla mükelleftir” demiyor muydu? İşte Kabataş olayında iddia eden kişinin doğru söylemediği kamera görüntüleriyle net bir şekilde anlaşıldı. O kamera da “ilâhi kamera” sayılır! Görüntülerden hiçbir olayın olmadığı anlaşıldığı halde, yalan hâlâ sürdürülüyor ve üstelik Tayyip Erdoğan bile hâlâ başörtüsü istismarı yapıyor! Ya o görüntüler ortaya çıkmasaydı ne yapacaktı?
Başbakan, Fehmi Koru’nun yazısını da okumadı mı?
Koru, “Eğer Kabataş’ta yaşanmış yakışıksız bir ’sözlü’ müdahaleyi toplumu meşgul edecek çapta bir saldırı biçimine sokma söz konusuysa gerçekten, bunun sebebini, anlatanın birkaç ay önce doğum yapmasıyla açıklamak mümkün... Psikolojide bunun bir adı da var; ’post-partum depresyon’deniyor... Bayağı yaygın örnekleri bulunan ve etkisi altına aldığı genç kadınlarda beklenmeyen ârazlara yol açan bir rahatsızlık bu” diyordu.
Peki bir yalanı, yalan olduğu ortaya çıkmışken bile sürdürmek normal bir durum mudur? Bu da bir nevi depresyonun ürünü değil midir? Bile bile bir yalan üzerinden siyaset yapan kişi, devlet yönetebilir mi?
Ya medyanın durumu! Bu kadar yalanı bir araya getirip yazmak, yayınlamak için nasıl bir ruh haline sahip olmak gerekir?
Erdoğan’ın mantığıyla soracak olursak; yalanın patronu kim?
İlahi kamera, Erdoğan’ın yaptıklarını da kaydetmiyor mu?
***
Aslında yalanın patronu, Büyük Orta Doğu Projesi’nin asıl başkanlarıdır. Eş başkanlar, asıl başkanların yalanlarının kölesidir! Irak, kimyasal silah ürettiği yalanı ile yerle bir edilmedi mi? İkiz kulelere saldırıyı, İslami bir terör örgütünün yaptığı yalanı ile sürdürülen dünya çapında operasyonlar yalana dayanmıyor mu?
Demek ki yalanla bir süre, bırakın Türkiye’yi dünyayı bile yönetmek mümkün imiş! Yalandan başka sarılacak dayanağı olmayanlar, hem kendi milletleri için hem insanlık için tehlikelidir!
Türkiye kurulurken, 1135 delegenin katılımıyla, İzmir’de toplanan ilk Türk İktisat Kongresi, 4 Mart 1923 günü oybirliğiyle 12 maddelik Misak-ı İktisadi Esasları’nı kabul etmişti. Altıncı maddede şöyle deniliyordu:
“Hırsızlık, yalancılık, riya, tembellik en büyük düşmanımız; taassuptan uzak dindarane bir salabet, her şeyde esasımızdır.”
Allah, hepimizi hırsızlık, yalancılık, riya, tembellik ve taassuptan korusun!