'İçeriden yutulma'ya hayır!

18. Yüzyıl''dan bu yana Anadolu 9 büyük göç dalgası yaşadı… Coğrafyanın başka bölgelerinde unutulanlar, yalnız kalanlar, kırımdan kaçanlar, küçülmenin çaresizliği üzerlerine düşenler, yüzyıllarca beslenen intikam duygusuna hedef olanlar bu topraklara geldiler…

Paylaşıla paylaşıla acıların etkisi azaltıldı… Yaşanan büyük dramlara rağmen hayata tutunuldu… Etnik kökeni çok da umursanmadan millet olmanın gereği yerine getirildi… Cumhuriyet rejimi, insanımızın fıtratında var olan kardeşlik duygusunu ete kemiğe büründürdü, ''tek'' yaptı…

***

Bunları niye sıkça ve tekrar tekrar vurguluyoruz?

Vurguluyoruz, çünkü sığınmacı politikasına karşı çıkanların ezici çoğunluğu Suriyelilere doğuştan düşman filan değil… Yurdundaki ateşten kaçan ve çoluğunu çocuğunu, yaşlısını, hastasını daha iyi bir hayat umuduyla Türkiye''ye getiren hiç kimseyi düşman saymıyoruz…

Onlar sebebini bilmedikleri bir savaşın, sonucuna katlanmak zorunda kalan ihtiyaç sahipleriydi… Ne kapıları kapatabilirdik, ne ekmeksiz bırakabilirdik… Tarihimiz ve insanlığımız buna müsait değildi…

Suriye''deki savaştan kaçan ama Irak''ın kuzeyine açılan Semelka kapısında yine Barzani''nin peşmergeleri tarafından zorla püskürtülen Kürtler örneğini biliyoruz… Aynı şekilde Birinci Körfez Savaşı sırasında Türkiye topraklarına yaşanan göç dalgasını da… İnsanlığımız hep baskın geldi ve ekmeğimizi paylaştık…

***

Bu gerçeğin altını çizdikten sonra aklımızın da vicdanımız kadar önemli olduğunu ve bir milletin nüfus yapısına kasteden hamlenin bu bölgedeki bütün halkların geleceğini tehdit edecek bir niteliğe kavuştuğunu çoktan görmemiz gerekiyordu…

Bir başka millete, etnisiteye, topluluğa vs. düşmanlığımızdan dolayı değil, uygulamanın Türk milletinin varlığına karşı suikasta dönüşüyor olmasına topyekûn itirazımız olmalıydı…

Sınır kapılarını açalım, tamam… Yardım edelim, tamam… Kamplara alalım, tamam… Eğitim ve sağlık hizmeti verelim, tamam… Ama hiç biri bu seviyede kalmadı… Artık ''vatandaşlığın yaygınlaştırılması'' aşamasına geçildi… Esas kalıcı olan felâket budur… Buna tavır koymanın ırkçılıkla hiç ilgisi yoktur… Ahmaklığa ''din kardeşliği'' kılıfı giydirilmesine karşılık bir nevi ''kendini koruma refleksi''dir…

Zaten adeta bir piston vasıtasıyla Batı''ya doğru sıkıştırılan nüfus yapımızın üzerine başka hangi milyonların ekleneceğini bilemediğimiz gibi ''vatandaşlık cazibesi'' oluşturulduğu için göç patlamasını teşvik edecek uygulamaların bizi sürükleyeceği akıbetin belli olduğunu fark edebiliyoruz…

Türkler insanlıklarının bedelini ödemeye zorlanıyor neredeyse!.. Evlerine bir tane ''muhacir'' almayanlar, devlet sırtından ''ensar''lık pazarlayarak, zaten üzerine pek titremedikleri millî kimliği sabote ediyorlar… Ya iyilikten maraz doğuyor veya marazı iyilik diye yutturuyorlar…

''Millet'' ve ''vatan'' kavramından nasipsiz olduğunuzda yaşananlar nasıl da sıradanlaşıyor?

Bize düşen, daha da büyüyecek olan ''demografik felaket''e dikkat çekmek ve sıkça vurgulamak:

Suriyelilerin bu insanlık dramına elbette seyirci kalamayız... Ama bu demek değil ki, savaşacak potansiyele sahip insanları ''savaş alanı'' dışında tutmak ve onları tatil ettirircesine ağırlamak bir zarurettir!..

Kamplarda insanca şartlarda, yaşlıyı, kadını ve çocuğu ağırlamak bize bu coğrafyanın biçtiği kaderdi... O süreç çoktan aşıldı… Artık onlar için vatandaşlığın yaygınlaştırılması projeleri değil, ülkelerine dönüş için gayrete sevk edilmeleri gerekiyor... Yoksa Türkiye topraklarındaki rahatlıkları, kendilerini güçlü hissettikleri yerlerde otorite gibi davranmaya kalkışmaları, sanki savaş kaçkını değilmiş gibi şımarıklıkları, hayatları bağımsızlık ve onur gibi kavramları koruma savaşlarıyla geçmiş Türk milletinde reaksiyona yol açıyor... Üstelik ekonomik felaketle birlikte artıyor…

Dışarıdan tehditlerle bugüne kadar sarsılmayan hatta tam tersine her saldırıda tahkim olan millî varlığımızın ''içeriden yutulma''ya doğru sürüklenmesi asla normal karşılanamaz…

Yazarın Diğer Yazıları