"Herkesin içtiği su"dan içtiniz mi?
Ömer Seyfettin, ondaki ışığı gören Ziya Gökalp'ın tavsiyesiyle askerliği bırakmış, edebiyat öğretmenliği, gazetecilik ve yazarlık yaparak Türk gençlerini harekete geçirmeye karar vermiş ve o muhteşem hikâyelerini yazmıştır. Ömer Seyfettin, "Türk Ülküsü"nü de bu yıllarda yazmıştır. (Türk Ülküsü, Arslan Tekin'in düzenlemesiyle Bilge Yayınları arasında, 2020'de tekrar yayınlandı...)
Ömer Seyfettin, bunca çabaya rağmen ülkenin işgalciler arasında paylaşılmaya başlandığını, ülkeyi yönetenlerin ise halkın işgalcilere karşı çıkmaması ve dış destekle toprakları ele geçiren Hıristiyan unsurlarla kardeşçe yaşaması için bütün yurda nasihat heyetleri gönderdiğini görmüştür. Tıpkı "akil adamlar" heyetleri gibi...
Ömer Seyfettin, kısa ömrünün son günlerinde bu akıl dışı durumu izah edebilmek için "Herkesin İçtiği Su" başlıklı hikâyeyi kaleme almış ve 15 Eylül 1919'da İfham gazetesinde yayınlamıştır. Günümüzün ünlü yazarı Paulo Coulho da bir romanında aynı hikâyeyi yazmıştır.
***
Hikâye özetle şöyledir:
Ling-Yu, o kadar ilerlemeyi seven bir imparatordu ki halkın geçmiş ile hiçbir ilgisi kalmamasını temin için bütün Çin'in eski kitaplarını, eski kütüphanelerini yaktırmıştı.
Çinliler adeta onun tanrılığına bile inanır gibiydi. Öyle ki "Ling-Yu, dünyada Allah'ın dehasından bir örnektir." derlerdi.
Bir gün baş müneccim, imparatora secde ettikten sonra "Öyle bir yağmur yağacak ki, suyundan bir damla içen herkes deli olacak!" haberini verdi.
Bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün sarnıçlarının, küplerinin, vazolarının, mahzenlerinin temiz sularla doldurulmasına karar verildi.
Derken yağmur başladı ve kim bu yağmurdan bir damla karışmış suyu içse çıldırmaya başladı. On beş- yirmi gün içinde bütün halk çıldırdı. Yalnız imparatorla yanındakiler, sarayda saklanmış sulardan içiyor, akıllarını başlarında tutabiliyordu.
Memlekette çıldırmayan kimse kalmayınca uğursuz yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalan bir avuç kişi, milyonlarca delinin maskarası oldu.
Fakat Ling-Yu bir sabah çılgın halkın tecavüzünden, eğlencesinden ürkmüş yakınlarına "Herkesin içtiği sudan hemen içiniz" emrini verdi. Önce kendisi içti, soylular, hekimler, filozoflar, hâkimler de içti ve sarayı çeviren surların dışındaki curcunaya katıldılar.
Gel zaman-git zaman bu umumi curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar, "delidir" diye tımarhaneye tıkıldı.
***
Hikâye böyle... Ömer Seyfettin'in Türkiye'de gördüğü o deliliğe Atatürk son verdi. Herkes aklını kullanmaya başladı ama yıllar sonra çoğunluk, 12 Eylül 2010 referandumu ile yüksek yargı organlarını kökü dışarıda bir cemaate teslim ederek o suyu içti. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, bu deliliğin sonucuydu. 16 Nisan 2017'deki yok hükmündeki referandumda da atı alan Üsküdar'ı geçti ve günümüze kadar bu çılgınlık içinde Türkiye bir curcuna içine girdi.
Bu arada bütün dünyada, virüsler üzerinden salgın üzerine salgın tezgâhlandı. Sonuncusunda herkesi eve kapattılar, ülkeler arası ticareti çökerttiler. Çözüm olarak sundukları aşılarla, insanların beyinlerini, akıllı moleküller üzerinden hacklemeyi böylece nüfusu azaltmayı planladıklarını da açıkça söylediler. İtiraz edenler, yani aklını, kimliğini, kişiliğini, havasını, içme suyunu, toprağını, vatanını korumaya çalışanlar, o sudan içmiş olanlar tarafından şimdilik "komplo teorisi üretmek"le suçlanıyor.
Şimdi bize düşen o delilik suyunu içmiş olanlara panzehir vermektir! Panzehir, bütün Müslümanlar için "Hiç mi aklınızı kullanmazsınız?" diyen Kur'ân ve bütün Türkler için Bilge Kağan'ın, Atatürk'ün; Ömer Seyfettin ve "mankurt" tiplemesiyle halkını uyandıran Cengiz Aytmatov gibi aydınların uyarıcı sözleridir.