Hani bu özrün ıslak imzası?
“Terörist başına ne verdin?” diye soran Bahçeli’ye Erdoğan bu sefer, “Ne verdiğimi açıklamazsan namertsin!” diye saldırıyor.
Artık alıştık, demek ki Bahçeli doğru söylemiş. Aslında, Bahçeli’nin böyle bir soru sorması da doğru değil. Erdoğan’ın PKK’ya ne verdiği Kandil’e giden mektuplarda ve 21 Mart’ta Diyarbakır’da okunan mesajında apaçık ortada! Mesela, en azından bir gün için Diyarbakır PKK’ya verilmiştir. Çünkü Türk Bayrakları indirilmiş, şehrin inisiyatifi tamamen PKK’nın eline geçmiştir.
Erdoğan’ın “Namert” çıkışını, dikkat ettim, bu sefer yandaş gazeteler manşete layık görmemiş. Hatta gizlemek için özel bir gayret sarf etmişler.
Niye acaba?
Niye olacak, daha önceki, “Alçak, şerefsiz!” çıkışlarının ardından, bizzat kendi ağzı ile Erdoğan bütün inkâr ettiklerini kabul etmişti de ondan. Gazeteci, yandaş da olsa, yaşadıklarından hareketle yaşanacakları tahmin eder. Demek ki, Erdoğan bir defa daha, “Evet, PKK’ya bir şeyler verdik, amma çok şeyler aldık” türünden bir şeyler söyleyecek. Söylemek zorunda kalacak, çünkü o mektuplarda ne varsa Erdoğan tarafından kabul edilmiştir de ondan...
Öcalan’ın Kandil’e gönderdiği mektuplarda yazdıkları ve Nevruz’da Diyarbakır’da söylediklerini Erdoğan’ın kabul ettiğini nereden çıkarıyorsun diyenlere daha önce verdiğimiz cevabı yine veriyoruz. O mektup ve mesajda, “Erdoğan’ın, konvoyuna yahut büyük şehirlerdeki kalabalık mekânlara intihar saldırıları yapın!” denseydi o mektup ve mesajlar Kandil’e ulaşır mıydı?
Ulaşmazdı, çünkü mektubun muhtevası Erdoğan tarafından onaylanmamış olurdu. Hükümet izin vermeden BDP’liler İmralı’ya gidemediğine, gidemeyince de Öcalan’dan mektup alamayacaklarına, mektuplarda yazılanların MİT tarafından bilindiğine ve hükümete bildirildiğine göre, bütün bu “bilinenlerin” Kandil’e ulaştırılmasında devlet görevlileri vesile olunduğuna göre, “muhtevada mutabakat” var demektir. Gerçek bu kadar apaçık iken, “Bir şey vermedik, verdiğimizi iddia eden namerttir” diye inkâr etmek; milletin aklıyla alay etmektir.
Yandaşlık terletici meslek!
Erdoğan gibi bir lidere sahip olanlar için “yandaşlık” gerçekten çok meşakkatli bir iş. Hem bir dediği bir dediğini tutmuyor, hem her dediğine evet demeyenin çanına ot tıkıyor.
Mesela ortalıkta bir “İsrail özrü” dolaşıp duruyor. Sen şimdi bunu millete, “İsrail’in Erdoğan tarafından tarihten silinişi” şeklinde pazarlamazsan, yandın demektir.
Nitekim Ankara Büyükşehir Belediyesi saniye geçirmemiş, her tarafı, “Sayın Başbakanımız; ülkemize bu gururu yaşattığınız için size minnettarız” afişleriyle doldurmuş.
Gündüz vakti de “AB’ye girdik” diye havai fişek gösterilerinde bulunulmuştu ya..
Tamam, İsrail’in özür dilemesi Türkiye’nin istediği bir şey. Lâkin bunu, “İsrail’in tarihinde ilk defa oluyor” diye pazarlamak hem yalan, hem Türkiye’yi küçülten ve İsrail’i büyüten bir görgüsüzlük değil mi?. İsrail daha birkaç ay evvel Mısır’dan, Sina çölünde üç Mısır askerini öldürdüğü için özür diledi. 1967 yılında ABD’den de özür dilemiş, hatırlatanlar oldu, sağ olsunlar.
Bir de, özür dilendi deniyor da, o özrün ıslak imzalı metnini bir türlü göremedik. Telefonda görüşülmüş, tartışılmış, şuymuş buymuş. Biz, iki devletin ve dünya tarihinin arşivinde yer alacak altı imzalı bir metin görmek istiyoruz.
Bir de, bu özür, İsrail’in pişmanlığından değil, bölgesel şartların dayatmasından kaynaklanıyor. Bunu bizzat özrün sahibi öyle açıklıyor, dünya öyle okuyor. Yeniçağ ve milliyetçiler de böyle okuduğu için kimi kalemler bu kesimi, “İrancı” ve “İsrail yanlısı” olarak takdimden utanmadı.
Onlara cevabı Yeni Akit’ten Mustafa Özcan’ın dün kaleme aldığı şu satırlarla verelim:
“İsrail’in özür dilemesinden sonra Türkiye’yi bir zafer sarhoşluğu sardı. Acaba? Bu yanlış bir okuma ve değerlendirme üzerine kurulu yorumdur.”
En iyisi siz yazının tamamını okuyun. Dedik ya; bir Erdoğancı için “yandaşlık” gerçekten çok terletici bir meslek!