Hangi milletin milli iradesi?

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Sivas Kongresi’nden beri biliyoruz ki milli iradeyi hâkim kılmak esastır. Bugün de milli iradeye tuzak kurmak isteyenler var. Onlara, ’bu ülkenin tapusu da, bu ülkenin sahibi de millettir ve milletin iradesidir’demek lazım” dedi.
AKP’nin bir bakanı için ülkenin tapusunun millete ait olduğunu hatırlamak önemli bir gelişme! Hani, ülkenin stratejik kuruluşlarının ve tarım arazilerinin satılmasına karşı yapılan eleştiriler üzerine AKP’li Maliye Bakanı “Babalar gibi satarım” diyordu ya... Tayyip Erdoğan da “ülkemi pazarlıyorum” diye konuşuyordu.
İstanbul’da her yıl Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan ve dünyanın en güçlü şirketlerinin başkanlarından oluşan “Yatırım Danışma Konseyi”, o yıl Türkiye pastasından hangi dilimi alacaklarını konuşuyor ve alınan kararlar uygulanıyordu. Sonunda Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Sata sata bitiremedik” lafını bile kullanmıştı!
AKP’nin çıkardığı yasaların çoğunluğu küresel sermayenin önündeki engelleri kaldırmak içindi! Bunun için Yatırım Danışma Konseyi toplantılarında küresel şirket yöneticileri, taleplerini Başbakan Tayyip Erdoğan’a bildiriyor, o da bu taleplerin kısa zamanda yasalaşmasını sağlıyordu.. Zaten IMF ve Dünya Bankası uzmanları ile çıkarılacak yasaları görüştüklerini ve anlaşmaya vardıklarını da Tayyip Erdoğan resmen açıklamıştı.
Kaldı ki AKP sadece ekonomik değerleri satmakla kalmamış, Türk milliyetçiliğini de ayaklar altına aldığını Başbakan’ın ağzından ilan etmiştir. Yine Türk adını her resmi belgeden silmek AKP’nin işi değil midir?
Milletin adının bizzat Başbakan tarafından silinmek istendiği yerde hangi milletin iradesinden söz ediyor AKP sözcüleri? İbrahim milletinden mi? Türkiye milletinden mi? Böyle millet mi olur; böyle bir topluluğun iradesi mi olur?

***

Onur Öymen, son günlerde yaşanan hukuk skandallarını hatırlattıktan sonra yakın tarihten bir örnek veriyor:
“1933 yılının sonlarında Hitler’in Nazi Partisi’nin milis gücü konumundaki S.A.’lar polisin ve yargının denetiminden çıkartıldı, Prusya Adalet Bakanı suç işleyen S.A. mensuplarıyla ilgili soruşturmaları durdurdu. Daha önce mahkûm edilen S.A. üyelerinin affını sağladı. Disiplinsizlik suçları yargıda değil, örgüt içinde çözülecekti. Ayrıca, 10 Şubat 1934 tarihinde bir yasa çıkartılarak gizli polis örgütü Gestapo da yargı denetiminin dışına çıkartıldı.
1936 yılında Adalet Bakanı Hans Frank ‘Hâkimin görevi kurallara veya uluslararası normlara uymak değildir... Hâkimin görevi Nazi Partisi’nin programına ve liderin konuşmalarına göre hukuk kaynaklarını yorumlamaktır’ diyordu.”
Bugünkü Türkiye’de ise hâkim ve savcıların görevinin, AKP liderinin emir ve talimatlarını uygulamak olduğu sanılıyor.

***

Bu gidişin sonunun ne olacağını ise Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu söylüyor:
“Artık seni kimse kurtaramaz. Abbas topla bohçanı, yolun sonu göründü. Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur. Bu memlekette hükümet edenin ve hükümet ettiğini sananların halleri, suda ve bataklıkta boğulmak üzere olanların aynısı.. Suya düşen panik halinde çırpınmasa, bataklığa saplanan, hezeyanla debelenmese, ne suyun ne de bataklığın dibini boylarlar. Sonunda hesap günü de gelecek ve daha o gün gelmeden yanında ne kadar siyasetçi, ne kadar bürokrat, ne kadar iş adamı, ne kadar besleme basın varsa, hepsi arazi olacak...”
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” demiş Cervantes... Tayyip Bey’in sadece basındaki arkadaşlarına bakarsak kim olduğu ortaya çıkıyor! Yasin El Kadı, Sami Offer gibi iş dünyasındaki arkadaşlarının avukatlığını da bizzat kendisi yapmak zorunda kalıyor.

Yazarın Diğer Yazıları