Güvenlik güçlerimizi alkışlıyoruz, ama...
Kahraman polisimizle, jandarmamızla, köy korucularımızla iftihar ediyoruz. İhanetin kökünü kazımak için gözlerini kırpmadan ölüme gidiyorlar, gazi oluyorlar, şehadet şerbeti içiyorlar. Elbette bu mücadelenin sonunda da, aziz vatanımız ve milletimiz, bölücü terör belasından kurtulacaktır; bundan şüphemiz olamaz. Allah, bu kahramanların hepsinden, yürekleri yanan analardan, babalardan ve ailelerden razı olsun!
Sapkınlığa düşen hainlere gelince, akıbetleri şimdiden bellidir; bundan da şüphemiz olamaz. Çünkü; sömürgecilerin, Haçlıların güdümündedirler; gözlerini kan tutmuş, vicdanları nasırlaşmış, maşadırlar. İhanetin bataklığında boğulup gideceklerdir. Dünyanın kanını emen emperyalistlerle saf tutanların, vatan ve milleti için can vermeye hazır kahraman evlatları oldukça, başka nasıl bir akıbetleri olabilir?
Çok bedel ödedik; ödeyeceğiz de; bu doğrudur. Ama bunun sorumlusu güvenlik güçlerimiz değildir. Çünkü onların elleri-kolları bağlandı; yasalardan doğan yetkileri kaldırıldı ve kullandırılmadı, seyirci durumuna düşürüldüler. Akla, ahlaka ve vicdana aykırı olan bu gerçek bir türlü görülemedi, anlaşılamadı. Hâlâ da tam anlaşılmış değil.
Hatırlayalım, 2002'de bölücü terör bitmiş, ülkenin gündeminde, kronik meseleler; ekonomi, iş-aş, istihdam, kalkınma, eğitim, sağlık, yargı gibi konular vardı, tartışılan da bunlardı. Ama 2003'den sonra durum değiştiği için Türkiye bugünlere geldi. İyi de değişen nedir? Şunlardır:
1. Türkiye (Egemenlik) sadece Türklere değil, etnik ve inanç gruplarının hepsine aittir!
2. Buna göre "Demokratikleşme!" ve "Özgürleşme!" yoluyla eşitlik sağlanarak, "ortaklık devleti" kurulmalıdır!
Ortak devletin inşa edilebilmesi için bölünme şart, ama terör durmalı denildi. Bu temelde, Türk Milletinden ve Devletinden gizli pazarlıklar yapıldı. Medyaya sızan 5'inci Oslo (2010) ve "Çözüm süreci" adı verilen İmralı (2013) "Mutabakatı" ile ülkemizin bölüşülmesinde anlaşıldığı görüldü.
Bölünmeyi hak gibi gören siyaset, bu anlaşmalara uyarak önemli adımlar attı. Özetlersek: 1) Ülkeyi etnikleştirici siyasi, idari ve yasal pek çok düzenleme yapıldı; Anayasaya rağmen Devlet çok dilli ve etnikli konuma getirildi. 2)Bölgeye, terör örgütüyle uyum sağlayacak vali, kaymakam gibi yöneticiler atandı. 3) Güvenlik güçlerinin yetkisi olduğu halde, örgütün suç teşkil eden pek çok eylemine müdahalesine izin verilmedi. 4) PKK/KCK'nın: "özyönetim" adı altındaki devletleşmesi için; şehirlere silah ve mühimmat yığmasına, 5) Yol arama, denetim ve toplu yerlerde kimlik kontrolü yapmasına, 6) Vergi toplama ve yargılama gibi egemenlik yetkisi kullanmasına,
İzin verildi.
Bölünmenin alt yapısı böylece hazırlanmış oldu. Buna karşılık, terör örgütü ise, meşrulaşıp güçlenerek teröre devam etti.
"Şehir Savaşları"
Son dönemde, siyasi iktidar ile PKK/KCK arasında şiddetli bir çatışma başladı. Vatandaş, bu kararlı görünen durum için "nihayet" diyerek, beklemeye geçti. Şehirler sıraya konmuştu. Çünkü, TSK devrede değil, jandarma ve polis yetmiyor. Her gün şehit cenazeleri taşınıyor. Yüzbinlerin göçü başlamış, Allah milyonlardan esirgesin. Her yer harabe gibi. Bugüne kadar, "terörle mücadele" güvenlikçi politikalarla olmaz, topyekûn mücadele şart deyip de, gereğini hiçbir zaman yapmayan siyaset yine iş başında. Topyekûn mücadele; silahlı gücü, partileri, medyası ve ideolojik propagandasıyla, belediye, sendika, baro, dernek ve vakıflarıyla; mali kaynakları ve dış irtibatlarıyla bir bütün olan örgütle mücadele demektir. Siz hiç; böyle bir mücadele gördünüz mü?
Bitmedi, topyekûn mücadele; Devletin güvenlik güçleri, ciddi istihbarat, diplomasi, milletin desteği ve siyasi kararlılıkla; ideolojik, psikolojik, kültürel, hukuki bir plan ve strateji ile yapılır. Siz hiç böyle bir mücadele yapıldığını duydunuz mu?
Şimdi soralım; Güneydoğu ve kısmen Doğu Anadolu'da, yaşanan "şehir savaşlarından" nasıl bir sonuç bekleyebiliriz?
SONUÇ: 2002'de yok olan bölücülük ve terör buralara gelmişse, ihanetle mücadele bu zihniyetle nasıl yenilebilir?