Güvenli bölge değil ŞEYTAN TUZAĞI

Suriye'de neler olup bitiyor, bu coğrafyada yaşanan büyük mücadele ne anlama geliyor ve sonuçları Türkiye'yi ve dünyayı nasıl etkileyecek?

Son yayınlanan Suriye'deki güvenli bölge haritası, neden Irak'ın kuzeyinden Hatay'ın güneyine kadar uzanıyor ve Rusya üslerinin bulunduğu Lazkiye'den Akdeniz'e çıkışı olan bir boru hattına benziyor?

Türkiye'nin bir Suriye stratejisi var mı? Varsa neden, ABD'nin organizasyonu ve Suudi Arabistan-Katar parası ile Suriye'de rejimi değiştirme operasyonunun taşeronluğunu üstlendi?

arslan-002.jpg

ABD'nin geliştirdiği Arap Baharı operasyonları ihalesini de üstlenen Türkiye; ABD, Mısır ve Suriye'de Müslüman Kardeşler iktidarını desteklemekten vazgeçip onun yerine IŞİD'i ikame edince ve IŞİD'in görevi de işgal ettiği alanları, PKK'nın Suriye kolu olan PYD/YPG'ye devretmek olarak ortaya çıkınca neden tedbir alamadı ve kendi güvenliğini tehlikeye atmış oldu?

GÜVENLİ BÖLGEYİ ÖCALAN KURDURDU!

Önce "güvenli bölge" önerisiyle nereye ulaşılmak istendiğini, sonra güvenli bölge haritasının neden boru hattına benzediğini stratejik değerlendirmelerle birlikte inceleyelim.

3 Nisan 2013'e gidelim... Abdullah Öcalan, İmralı'da Barış ve Demokrasi Partisi'nden gelen heyetle konuşuyor:

"Yeni oluşacak Suriye'de, bizimkiler başat rol oynayacaklar. Orada özerk bölgeler olur, Kürtler, Aleviler hatta Araplar için de özerk bölgeler olacak gibi. İsviçre gibi özerk bölgeler."

17 Ağustos 2013 tarihli Öcalan-BDP heyeti görüşmesinde ise Öcalan, "Orada konseyin denetimi olur, geçici yönetim olur, kanton gibi, sonra da seçimler yapılır. Kobani, Afrin, El Cezir gibi bölgeler olur" diyor.

Öcalan'ın bu konuşmalarından sonra PKK'nın Suriye kolu PYD, 2014 yılının başında 21 Ocak'ta Cezire'de, 27 Ocak'ta Kobani'de ve 29 Ocak'ta Kilis'in karşısına düşen Afrin'de özerk bölge kantonu ilan etti. (Aydınlık, 29 Ağustos 2014, Ceyhun Bozkurt)

DEMOGRAFİK YAPININ TEMSİLİ!

31 Temmuz 2015...

BBC'nin, "Suriye'nin kuzeyinde nasıl bir yönetim kuruluyor?" başlıklı haberinde şu bilgiler veriliyor:

"Cezire Kantonu Başkanı Ekrem Heso ile konuştuk. Heso, 'bağımsız devlet kuracak mısınız?' sorusuna 'Biz, Demokratik Özerk Yönetim olarak Suriye topraklarının bir parçasıyız. Çoklu sistemi kabul eden ve destekleyen bütün onurlu muhaliflerden yanayız.' cevabını verdi.

Heso'nun vurguladığı 'çoklu sistem' özerk yönetimi ve kantonları şekillendiren sistemin de esasını oluşturuyor.

'Demokratik Özerk Yönetim'de idarecilerin bölgedeki demografik yapıyı eşit temsil etmesinin hedeflendiği belirtiliyor.

Mesela Cizire Kantonu Başkanı Heso bir Kürt, yardımcılarından biri Arap, diğeri Süryani."

ERDOĞAN, SURİYE'YE YENİ ORDU KURMAK İSTİYOR!

24 Eylül 2016...

Tayyip Erdoğan, New York'ta Türken Vakfı'nın akşam yemeğinde konuşuyor...

Milliyet gazetesinden Abdullah Karakuş'un haberine göre, Erdoğan, şu mesajları veriyor:

"Biz yıllardır Suriye'nin ülkemiz sınırları boyunca bir alanı uçuşa yasak alan ilân ederek 'güvenli bölge oluşturalım' diyoruz. Azami 5 bin kilometrekarelik bir alan ilan edilsin. Ve burada uçuşa yasak bölge ilan etmek suretiyle bir de bu bölgede bir millî ordu oluşturalım diyoruz. Bu millî ordu ılımlı muhaliflerden oluşacak."

"Uçuşa yasak güvenli bölge" projesi, 1991'de Irak'ın kuzeyinde uygulanmıştı. O zaman, bu proje, Türkiye'nin talebi üzerine Çekiç Güç adıyla Amerikan ve İngiliz özel kuvvetlerinin bölgeye yerleşmesi, bu arada bir İngiliz subayının Silopi kaymakamını tokatlamasıyla başlamış, sonuçta Barzani devleti Türkiye'nin de desteğiyle kurulmuştu! O dönemde Turgut Özal'a "Çekiç Güç'ü siz davet edin" diyen ise ABD Başkanı Baba Bush idi. Çekiç Güç, sözde Irak'tan gelen sığınmacılara yardım için davet edilmişti.

Şimdi de Suriye'den gelen sığınmacılar içi aynı senaryo sahneye konuluyor, talep yine Türkiye'den geliyordu.

ABD, bu projeyi neden geciktirdi? Çünkü 80 bin kişilik PYD/YPG ordusunu kurmak için zamana ihtiyacı vardı. Hem 20 bin TIR silahı bölgeye sevk etmesi için hem de düzenli ordu eğitimi vermek için...

18 Ocak 2019'da güvenli bölgeyi kimin istediğini ise PKK/YPG'nin adı değiştirilmiş hali olan Demokratik Suriye Güçleri adına konuşan Riyad Darar açıkladı. Darar, "Başkan Donald Trump'ın bahsettiği 20 millik güvenli bölge, ABD'ye yönelttiğimiz taleplerimizden biriydi. Türkiye ile büyük sınıra sahibiz ve biz, ABD'den Türk tarafının bize saldırmayacağına dair garanti istedik" dedi.

ERDOĞAN'IN ÖNERİSİ: YEREL MECLİSLER

Gelelim, 8 Ocak 2019'a...

Tayyip Erdoğan imzasıyla, New York Times gazetesinde "Türkiye'nin Suriye'de barışı sağlamak için bir planı var" başlıklı bir makale yayınlandı.

Erdoğan bu makalede modelini şöyle açıkladı:

"Atılması gereken ilk adım, Suriye toplumunun tüm kesimlerinden savaşçıları kapsayan bir istikrar gücü kurulmasıdır.

Bir başka önceliğimiz ise tüm kesimlerin yeterli siyasi temsilinin sağlanmasıdır. Türkiye'nin gözetiminde, şu anda YPG veya DEAŞ terör örgütlerinin kontrolünde olan Suriye toprakları, halk tarafından seçimle belirlenen yerel meclisler tarafından idare edilecektir.

Suriye'nin kuzeyinde, nüfusunun çoğunluğu Kürt olan yerlerde kurulacak yerel meclislerde Kürt toplumunun temsilcileri çoğunluğu oluşturacak; ancak diğer tüm kesimlerin adil bir şekilde siyasi temsil hakkından faydalanmaları sağlanacaktır."

Yani, tıpkı Ekrem Heso'nun BBC'ye anlattığı gibi...

YİNE ÖCALAN PROJESİ: KONFEDERALİZM

5 Eylül 2018... ABD derin devletine hizmet eden Uluslararası Kriz Grubu, "Suriye'nin Kuzey Doğusunu Stabilize Etme Anlaşması" başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda şöyle denildi:

"YPG/PYD'nin siyasi hedefleri, Abdullah Öcalan'ın geliştirdiği 'demokratik konfederalizm' kavramı etrafında şekilleniyor. Demokratik konfederalizm, Türkiye, Irak, İran ve Suriye'nin devlet sınırları içinde Kürtlerin ve diğer dini ve etnik toplulukların haklarını güvence altına alabilecekleri araçları sağladıkları, savunma haklarını ve kapasitesini de içeren yüksek derecede yerel özyönetimin sağlandığı derin bir ademi merkeziyetçilik biçimi olarak anlaşılmaktadır. YPG/PYD de bunu savunuyor."

***

24 Ağustos 2105'e dönelim. Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Mehmet Uçum, Habertürk'te Balçiçek İlter'e şöyle diyor:

"Yeni siyasal perspektif; ademi merkeziyetçi, yerelden temellenerek merkeze yükselen başkanlık ve 'yerelden merkeze kadar örülen meclisler sistemi' ile halk-devlet ilişkisini yeniden yapılandıran ve halkın devlet üzerindeki etkisini artıran, böylelikle üniter yapıyı da güçlendiren bir içeriğe sahiptir."

PROJENİN ANA HATLARI SEVR'DE ÇİZİLDİ!

Şimdi, epey geriye Birinci Dünya Savaşı'nda galip gelen İtilaf devletlerinin, yenilen İttifak devletleri topraklarını nasıl paylaşacaklarını kararlaştırmak için 18 Ocak 1919'da topladıkları Paris Barış Konferansı'na dönelim.

Abdülahat Aksın'ın Paul Helmreich'in "Sevr" kitabından nakline göre İngiltere, Paris Barış Konferansı'nda, ilk planda Rusya ile Türkiye arasına bir set çekmek istiyordu. Bunun için de Ermenistan ve Mezopotamya ve Ermenistan arasında bir Kürdistan devletlerinin kurulmasını istiyordu. Burası aynı zamanda petrol bölgeleri için de tampon bölge durumundaydı.

Böylece Rusya'ya karşı duvarın tamamlanması, Kürtlerin Türklere hatta Araplara ve İran'a karşı kullanılması mümkün olabilecekti.

***

Peki Sevr'de ne oldu? Onu da bizzat Atatürk'ün ağzından ve Nutuk'tan nakledelim:

"Sevr'de, 'Fırat'ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölge için İtilâf Devletleri temsilcilerinden kurulacak bir komisyon özerk bir yönetim şekli hazırlayacaktır.' deniliyordu.

Lozan'da, elbette bu talepler söz konusu ettirilmemiştir."

Lozan'da söz konusu bile ettirilmeyen özerk yönetim şekli, şimdi hem Irak, hem Suriye hem de Türkiye için söz konusu ediliyor! Hem de Türkiye'yi yönetenler tarafından.

SURİYE'DEKİ OYUNUN ASIL SEBEBİ

ENERJİ YOLLARINI KONTROL ETMEK!

Brezilyalı gazeteci ve enerji hatları üzerinde incelemeleri olan Pepe Escobar, 2015 yılında "Suriye: Nihai pipelineistan savaşı" başlıklı bir inceleme yayınladı. Escobar, "pipelineistan" kelimesini, "boru hatları ülkesi" anlamında kullanıyordu.

Escobar'a göre, Suriye'deki çatışmanın işaret fişeği, 2009'da Katar'ın, Şam'a, kendi doğal gazını Akdeniz'e ve oradan da Avrupa'ya ulaştırmak için Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye'den zikzaklar çizerek Türkiye'ye kadar uzanacak bir boru hattı önermesiyle atıldı.

Şam ise buna karşı farklı bir projeye imtiyaz vererek, 2010'da 10 milyar dolarlık İran-Irak-Suriye (İslami Boru Hattı) tasarısını seçti.

Washington'daki "Esad gitmeli" saplantısı, Rusya-İran-Irak-Suriye ortaklığını kırmak için geliştirildi. CIA, Suudi Arabistan ve Katar'ın, "Şam'da rejim değişikliği" hedefiyle, önceden geliştirdiği, iç kargaşa operasyonunu başlattı.

Çünkü bu projede İran gazı, dolarla değil alternatif para birimleri ile alınıp satılacaktı.

Oyun, Doğu Akdeniz'de, doğal gaz ve petrol zenginliğinin keşfedilmesiyle daha da büyüdü.

Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesi de Rusya ile karşı karşıya gelmesi içindi.

Washington'un hedefi, İran'ın değil Katar'ın doğal gazını Akdeniz'e bağlamak; bağlantı üssü olarak da Türkiye'ye imtiyaz vererek, onları Rus projesinden koparmaktı.

GÜVENLİ BÖLGE Mİ BORU HATTI MI?

Son olarak ABD Başkanı Trump Suriye'nin kuzeyinde yaklaşık 30 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge kuracağını açıkladı ama Türkiye'nin "kontrol bizde olmalı" sözlerine sadece gülümsüyorlar. Zira denize çıkışı olan güvenli bölge haritası, zaten bir boru hattına benziyor.

Böyle bir güvenli bölge kurulursa, hem Barzani bölgesindeki, hem de Kerkük'teki Irak petrolleri ve doğal gazı ile birlikte, şu anda PYD hâkimiyetinde olan Suriye topraklarındaki petroller de Akdeniz'e indirilecek. ABD'nin, güvenli bölgenin kontrolünü Türkiye'ye bırakmaya hiç niyeti yok.

Esad rejimine askerî destek veren Rusya ise PYD'nin kontrolünde olan toprakların Şam'a devredilmesi gerektiğini ifade etti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriyeli Kürtlerin geleceğinin Şam tarafından koruma altına alınabileceğini söyledi.

Burada akla şu tespit geliyor. ABD ve Rusya, bugüne kadar hiçbir sıcak savaşta karşı karşıya gelmedi. İki dünya savaşında da ABD ve Rusya müttefikti ve zaten Yalta'da dünyayı paylaştılar. Paylaşımı korumak için de soğuk savaş ile dünyanın geri kalanını oyaladılar.

Serdar Turgut'un üzerinde durduğu gibi Putin'in özel temsilcisi Naumkin, CIA ile görüşerek, PYD yönetimine özerklik tanınması için ABD ile özel anlaşmaya varmışsa, Rusya, güvenli bölgeye Lazkiye'den denize çıkış verebilir!

NATO'NUN ENERJİ KORİDORU!

Bir de İran'ın Rusya desteğiyle, Pakistan ve Hindistan'a kadar uzatmak istediği, yarısı tamamlanmış doğal gaz boru hattı var. Ayrıca Türkiye Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İran Petrol Bakanı Gulam Hüseyin Nozeri, 2008'de doğal gaz projeleri ile ilgili bir mutabakat imzalamış, kısa bir süre sonra Güler görevinden alınmıştı. Proje, bakanlığın internet sitesi yayınlarında bile anılmamıştı!

30 Mart 2013'te, YENİÇAĞ'da yayınlanan "NATO'nun stratejik koridoru Kürdistan" başlıklı haberde Pakistanlı emekli Binbaşı Agha H. Amin şöyle diyordu:

"Karadeniz üzerinden Kafkasya ve Hazar Denizi bölgesine ulaşamayan ABD güdümündeki NATO, rotayı karaya çevirdi. Stratejik planın hayata geçirilmesi için atılacak ilk adım, ayrı bir Kürt bölgesi yaratılarak Türkiye'nin bölünmesidir. NATO; İran, Irak ve Suriye'ye de yayılacak bu Kürt bölgesi sayesinde Kafkasya'ya doğrudan erişim sağlayabilecek. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için denize çıkış şart. Bu da, Türkiye'nin güney kıyılarından ya da Suriye'nin kuzey sahillerinden sağlanabilir" demişti.

Güvenli bölge ile işte bu projenin vitesi büyütülüyor.

KİM KAZANACAK?

Ankara'da 18 Ocak 2019 günü Tayyip Erdoğan ile görüşen ABD'li senatör Lindsey Graham, "güvenli bölge herkes için kazan-kazan durumunu ortaya çıkartacaktır." diyor ama bu proje ile Türkiye, Suriye, Irak ve İran'ın kaybedeceği kesin.

Sonuç olarak, bölgedeki Kürtler, 1919'da Paris Konferansı'nda planlandığı gibi Türklere, Araplara ve İran'a karşı kullanılmak isteniyor. Bölgedeki dört ülkenin, yani Türkiye, İran, Irak ve Suriye'nin bu kurtlar sofrasından parçalanmadan çıkabilmeleri, güçlerini birleştirebilmelerine ve "güvenli bölge" gibi şeytan tuzaklarını bozmalarına bağlı.

Yazarın Diğer Yazıları