Günün sorusu: Ne oldu bu memlekete?
Seçim meydanlarında birbirine salvo atışlarda bulunan iki liderden Kemal
Kılıçdaroğlu ve Tayyip Erdoğan, TOBB genel kurulunda karşı karşıya geldi.
Erdoğan, eski konulara girdi ve Demirel’in 1991 seçimlerindeki “Kim ne veriyorsa, ben 5 fazlasını veriyorum” taktiğini ve Çiller’in 1995 seçimlerindeki iki anahtar vaadini eleştirdi. Oysa bugün bu tarzda vaatte bulunan yok!
Erdoğan, yine CHP ve MHP listelerinden veya Güçbirliği grubundan aday gösterilen Ergenekon sanıklarını da haklarında mahkûmiyet kararı olmadan çeteci ilan etti ve bunu “Türkiye’nin çetelerle mücadelesine bir karşı duruş” olarak nitelendirdi.
***
Kılıçdaroğlu ise toplantının amacına uygun olarak ekonomik konuları işledi ve özetle şöyle dedi:
“AKP”nin dokuz yılda dört defa mali af çıkarması, ülke ekonomisinin iyi yönetilmediğinin göstergesidir. Bundan anlaşılan kimsenin vergisini ödeyemediği gerçeğidir.
Bu yönetim sanayiciyi de perişan etti, ucuz Çin mallarını ülkeye doldurdu. Ellerinde sadece sıcak para politikası kaldı. Sıcak paraya teslim olan bir ülkenin ekonomisi sağlıklı değildir.
Hükümetin büyüme ve istihdam politikası da yoktur. İş dünyası da sağlıklı eleştiri yapmaktan korkuyor. Demek ki demokraside bir sorun var. Seçim gezilerinden önce her gittiğim ilin ticaret ve sanayi odalarına uğruyordum. Bir başkan, ‘Size gerçekleri anlatabilmemiz için toplantının medyaya kapalı olması gerekir. Yoksa ertesi günü bize ceza geliyor’ dedi.
İstanbul’a tanesi 1 milyon 200 bin Avro’dan otobüs aldılar. Almanya ve Hollanda’dan.. Oysa Türkiye bir otobüs üretim merkezidir. Gezilerimizde Anadolu’nun tarımsal ve sanayi üretimi açısından ne durumda olduğunu bir defa daha gördük. Üreten cezalandırılıyor. Benim milliyetçilik anlayışım ‘önce benim sanayicim kazansın, benim üreticim kazansın’
şeklindedir.
20 milyar dolarlık tarım ürünü ithal ediyorsunuz. Bizim bereketli topraklarımız, güneşimiz, suyumuz ve çalışkan insanlarımız var. Kurbanlık koyun ithal ediyorsunuz. Ne oldu bu memlekete? Cari açık Türkiye için bir felakettir. Türkiye 1987’da dünyanın 14’üncü büyük ekonomisi idi. Şimdi 17’ncisi oldu diye propaganda yapıyorsunuz. Burada bir ilerleme yok gerileme var. 12 milyon 715 bin yoksul olduğunu, hatta kaydedilemeyenlerin de bulunduğunu Başbakan söylüyor. Biz onun için hesabı 15 milyon 600 bin yoksul üzerinden yaparak aile sigortasını uygulayacağız. Türkiye Cumhuriyeti 1971 yılında bunu uygulayacağını taahhüt etmiştir. 40 yıldır uygulanmayan bu sigortayı biz başlatacağız” dedi.
***
Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın geç gelmesi sebebiyle kurultayın geç başlamasını da “Zamanı iyi kullanamayanlar ekonomiyi de iyi yönetemezler” diye eleştirdi.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın kendi bakanları ve milletvekillerinin bazılarını cezalandırdığından söz etmesi üzerine, Mersin mitinginde, “Kemal Unakıtan yolsuzluk yaptı mı yapmadı mı, Kürşat Tüzmen yolsuzluk yaptı mı yapmadı mı?” diye sormuştu.
Kürşat Tüzmen, TOBB genel kurulunda konuyu ayaküstü olarak Kılıçdaroğlu ile görüştü ve “Söyleyecek sözünüz varsa bana söyleyin” dedi. Kılıçdaroğlu ise “Benim sözüm size değil. Başbakan kendi bakanlarını cezalandırdığını ve aday göstermediğini söylüyor. Ben de bu konuda bir açıklama yapmasını istiyorum” diye cevap verdi.
***
Kılıçdaroğlu, seçim bildirgesinde bulunan vaatlerini seçim meydanlarında anlatıyor. Bunları daha sistematik bir şekilde TOBB konuşmasında da tekrarlamış oldu. Bundan çıkardığım sonuç şu ki, Kılıçdaroğlu, kendi sözlerine önce kendisi inanıyor. Bu güvenle konuşuyor.
Kılıçdaroğlu, TOBB konuşmasından sonra Elazığ ve Erzincan mitingleri için özel uçakla Ankara’dan ayrıldı. Ben ise Ordu, Giresun ve Trabzon mitingleri için Trabzon’a uçuyorum. Yazı saati öncesine denk gelecek mitingleri takip edebiliyorum. Yazıları, ya seçim otobüsünde ya bir otel odasında veya havaalanı kafesinde, kısacası neresi denk gelirse orada
yazıyorum.
Bu arada neden hep “Kılıçdaroğlu’nu yazıyorsun?” diye sitem eden okurlarıma tekrar hatırlatırım ki bu bir seçim dönemidir ve ben de bu seçimde Kılıçdaroğlu’nu takip ediyorum...