Gül'ün bahsettiği yeni bir dönem nasıl başlayabilir?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Anadolu’nun kapısı” sayılan Bitlis’te bulunmaktan duyduğu memnuniyeti ifade ettikten sonra Bitlis’in kurtuluşunun Büyük Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştiğini, çok sayıda şehit verildiğini, Çanakkale ve Edirne’den gelen 2. Ordu’nun içinde İstanbullu, İzmirli, Edirneli, Çanakkaleli askerlerin olduğunu hatırlattı ve günümüz sorunlarına bir çözüm yaklaşımı çerçevesinde şöyle dedi:
“Tabii ki herkes hür düşünce içerisinde düşüncelerini söyleyebilir. Farklı farklı fikirleri ileri sürebilir, ülkemizi, memleketimizi daha ileri götürmek için fikirlerini yarıştırabilir. Demokratik, özgür bir ülkede bunlar rahatlıkla konuşulabilir. Ama bunlar asla ayrılık, tefrika, çatışma gibi olmamalıdır. Zaman zaman maalesef sıkıntılar, yanlışlar olmuştur ama bütün bunların bitmesi gerekir. Birbirimizden farkımız yok. Herkes birbirine saygı gösterecek, saygı gösterince sevgi gösterecek, herkes birbirini şefkatle kucaklayacak. O zaman göreceksiniz ki varsa ayrılık, farklılık, bunların hepsi zenginliktir. Onun için inşallah hep beraber yeni bir dönemi, yeni bir anlayışı atalarımız nasıl hakim kıldıysa bizler de tekrar hakim kılacağız ve enerjimizi, gücümüzü, memleketimizin, şehirlerimizin, kazalarımızın, köylerimizin daha da gelişmesine harcayacağız. Küçük çocuklarımıza daha güzel gelecek inşa etmek için çalışacağız. Onun için hepimizin şöyle bir kendimize gelmemiz, varsa yanlışlardan kurtulmamız ve tekrar birlik, beraberlik ve vatan sevgisi için çocuklarımızın sevgisi için, milletimizin geleceği için el birliği içerisinde çok daha fazla çalışmamız gerekir”
* * *
Bu güzel sözlere katılmamak mümkün değil. Görüldüğü gibi, Abdullah Gül, “atalarımız”a atıfta bulunarak, Anadolu’nun fetih kapısı olan Bitlis’te yeni bir dönemden, yeni bir anlayıştan söz ediyor.
Yeni bir birlik beraberlik ve kalkınma döneminin başlayabilmesi, öncelikle Cumhurbaşkanı’nın ve iktidarın göstereceği tutuma bağlıdır. Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi, özellikle devlet kadrolarına yapılan atamalar konusunda vatandaşları arasında ayırım yaparsa, bunun adı şefkatle kucaklaşmak mı olur? İktidar partisi yetkilileri, kendi yakınlarını hiç hak etmedikleri mevkilere getirirse, buna tam bir partizanlık dönemi denilebilir. İktidar partisi, bir soruşturma dolayısıyla, ülkesinin geleceğinden endişe ettiği için sivil toplum kuruluşlarında faaliyet gösteren, mitinglere katılan milyonlarca insana, oluşturdukları “yandaş medya” üzerinden sayısız iftiralar atar ve hakaretler ederse, buna yeni bir baskı ve hatta iktidar terörü dönemi denilebilir.
Bakınız, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, “Mevcut iktidarın hesapları çok ürkütücü. O açıdan zaman zaman düşünüyorum, keşke bu iktidarın şeriat özlemi olsaydı diye. Şeriat özlemi olan bir iktidarda en azından haram ve talan olmazdı. Hem Kültür Başkenti projeleri var hem de İstanbul’un para eden tarihi okullarını satacaklar. Merkezi yerdeki camileri de satsınlar. Onlar da para ediyor. Bu, kent anlayışına yakışır mı?” diyor.
* * *
Başta Başbakan olmak üzere iktidar partisi mensupları, kendi yakınlarını devlet imkanlarını kullanarak, hatta uluslararası anlaşmalardan bile yakınlarına ihale çıkarmakta o kadar ileri gittiler ki, buna gerçekten yeni bir dönem denilebilir.
Örnekler hep olumsuz. Cumhurbaşkanı ve Başbakan devletin kuruluş felsefesi doğrultusunda, önce kendileri adaletle davranmalı ki Türk Milleti, Anadolu’nun kapısından başlamak üzere yeni bir şevkle işe koyulsun.
Evet, şöyle bir kendimize gelmeliyiz!