Gül'den Erdoğan'a liderlik uyarısı!
Tayyip Erdoğan, Ankarapark'ın açılışında, basınla ilgili evrensel kuralları umursamadan, CHP'nin "Hatay'da baraj yok" iddiasına cevap olarak, "Her şeyiyle televizyonlara talimatı verdim, bütün barajlarımızı yayınlayın" dedi.
"Televizyonlar, gazeteler siyasi talimatla yönetiliyor, köşe yazarları, genel yayın müdürleri, haber müdürleri, atamayla görevlendiriliyor. Üstelik bütün bu faaliyetler tek seçici tarafından yapılıyor" diyorduk da kimse üzerinde durmuyordu.
Hani Anayasa'nın 28'inci maddesinde "Basın hürdür sansür edilemez" ifadesi var ya şimdi Erdoğan, "Anayasa'da basına talimat verilemez diye yazmıyor…" diyebilir. Zira, televizyonlara, gazetelere talimat verdiğini itiraf eden bir kişi, basına talimat vermenin, basını sansür etmekten daha vahim olduğunu algılamıyor demektir.
Basının, gerçekten basın olabilmesi özgür olmasına bağlıdır. Talimatla yayın yapan ve gazete veya televizyon olduklarını iddia eden kuruluşlarda çalışanlara ne denilebilir?
"Memur" deseniz, memura hakaret olur! Zira, memur da kanunsuz emirleri yerine getirmek zorunda değildir. Yazılı emir istemek durumundadır. Konusu açıkça suç teşkil eden bir emir ise hiçbir şart altında yerine getirilemez. Talimatla çalışan kişi her meslekten olabilir ama, gazeteci olamaz! Zira gazetecinin işi, gerçeği ortaya çıkarmaktır. Talimat ise gerçeğin üzerini örter!
***
Erdoğan, televizyonlara talimat verdiğini itiraf etmeden önce de Yeni Zelanda'daki katliamı yapan teröriste cevaben, "Dedeleriniz geldiler, burada olduğumuzu gördüler, kimi ayakta kimi tabutta geri döndüler. Aynı niyetle gelecekseniz sizi de bekleriz. Sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın" diye konuştu. Bu konuşma Avustralya ve Yeni Zelanda'da tepkiye sebep oldu.
Avustralya Başbakanı Scott Morrison, Türk Büyükelçisini de çağırarak uyardı ve "Atatürk, ülkesini modern ve kucaklayıcı bir ulusa dönüştürmek istiyordu ve bu sözlerin bu ruhla bağdaşmadığını düşünüyorum." dedi.
Oysa Erdoğan imzasıyla Washington Post'ta yayınlanan makale, dünyaya gerçeği göstermesi bakımından önemliydi. "Yeni Zelanda teröristi ve DEAŞ'ın kumaşı aynıdır" başlıklı yazıdaki, "Tarihi radikal ideolojisinin perspektifinden yorumlayan ve çoğunluğu Müslüman binlerce sivilin katili olan DEAŞ terör örgütü, son yıllarda 'İstanbul'un yeniden fethi' için çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı, Christchurch saldırganının manifestosunda yer alan 'şehri bir kez daha Hristiyan yapma' sözüyle benzerlik göstermektedir." şeklindeki değerlendirme çok yerinde bir tespittir.
Bu tespit ve uyarı, dünya kamuoyunu Türkiye'nin yanına çekebilecekken, tabuttan, toprağa gömmekten bahsetmek, doğru bir tutum olmadı.
***
Bu arada 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Twitter hesabından "Yeni Zelanda'da yaşanan tüyler ürpertici katliam sonrasında Başbakan Jacinda Ardern'in yaptığı sağduyulu konuşmalar, ortaya koyduğu kuşatıcı politika ve sergilediği samimi ve kararlı tavır tüm liderlerin örnek almasını gerektirecek niteliktedir." diye bir mesaj yayınladı.
Gül'ün bu tespiti doğru ama uydurma Ergenekon şeması getirildiği zaman "Bir savcı bulun, delillendirin" diye talimat vererek, ABD'den idare edilen cemaat polisi ve yargısının Türk ordusuna kumpas kurmasına yol veren de kendisi idi.
Bugün Türkiye, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, ötekileştirici politikalar yüzünden yönetilemez duruma gelmişse, bunda Abdullah Gül'ün de büyük rolü vardır.
Şimdi Gül, Ardern'in kuşatıcı, sağduyulu politikasını överek ve bu tavrı bütün liderlerin örnek alması gerektiğini söyleyerek, Erdoğan'ın genel tutumuna karşı dolaylı bir liderlik önerisi getirmiş oluyor ama artık çok geç…