Gül, ABD-Rusya dengesine göre yeni tutum alıyor!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’nin dünya politikasına istediği gibi şekil vermekten vazgeçerek, yenidünya düzeninde diğer ülkelerle gücü paylaşması gerektiğini söyledi.
Bu sözleri değerlendiren “Dünyada yeni lider prototipi: Şevardnadze” başlıklı bir yorum geldi. Yoruma göre “Bundan sonra ABD ve Rusya’nın üzerinde birlikte anlaşmadığı hiçbir lider ve siyasi hareket iktidar olamayacaktır. Bu gerçeği gören Abdullah Gül arkasında olan ABD desteğine ilave olarak Rusya desteğini de sağlama hareketine başlamıştır.”
Ötedenberi sadece dünya dengelerini ustalıkla kullanarak dış politika sürdürülemeyeceğini, uygun stratejilerle yeni bir dünya kurulabileceğini savunurum. Dolayısıyla, Türkiye’nin başında durabilmek için hem ABD’yi hem Rusya’yı memnun etmek, dayatmaları peşinen kabul etmektir. Rusya ile ABD, Yalta Anlaşması’nda olduğu gibi dünyayı paylaşır da Türkiye bu defa ABD yerine Rusya’ya terk edilirse ne olacak?
***
Biz, küresel saldırıya ancak küresel bir modelle cevap verilebileceğini öngörüyoruz. Bu fikri her zaman gündeme getirdik.
Aslında emperyalizmin hiçbir yeni fikri yoktur. 20’nci yüzyılın başında ne söylemişlerse, bugün de aynı politikaları takip ediyorlar. Wilson’un her milletin kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili ilkelerini, “azınlık hakları” diye yenilediler. Çünkü emperyalistler, karşılarında, kaderde, tasada ve kıvançta birleşmiş, millet haline gelmiş bağımsız devletler istemiyor. Türkiye’ye de kendi ekonomi kurallarını, kendi kültür endüstrilerini ve kendi medyalarını dayattılar. Aslında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre bu yapılanların tamamı Anayasa suçudur. Çünkü hedefleri Türkiye’yi çözmektir.
***
Emperyalistler, milli devlet yapısında direnen ülkelerin önce sermayesini, sonra medyasını ve nihayet siyasi kadrolarını ve bağlı olarak bürokrasisini ele geçirdi. Bu tür ülkelerde ele geçirdikleri kaleleri birer Truva atı gibi kullanmaya başladılar. Mücadele, ulus devletleri yıkmak isteyenlerle, ulus devletlerin devamından yana olanlar arasında sanki bir fikir mücadelesiymiş gibi geçtiğinden, hiçbir ulus devlet, bu tür ihanet organizasyonlarına karşı yasal önlemler alamadığı gibi ekonomisi ve medyası ele geçirilmiş olduğu için kendi halkının bir milliyete mensup olma bilincini kaybetmeye başlamasını da önleyemedi.
Oysa düşman hangi alandan saldırıya geçmişse, savunmayı da o alanda yapmak veya aynı şekilde karşı saldırıya geçmek gerekiyordu.
Yasama, yürütme ve yargının, yani klasik üç erkin bu saldırının hakkından gelmesi mümkün değildir. Türkiye örneğinde olduğu gibi..
Düşman ticaret ordularıyla, sermaye ordularıyla, bilgi ordularıyla, kültür ordularıyla, medya ordularıyla saldırıyor; ulus devletler, önce polis marifetiyle bu saldırıları önlemeye çalışıyor, yetmeyince yargı devreye giriyor, yetmeyince yasalar çıkarılıyor. Tabii, ulus devletler yine de aciz kalıyor.
Üstelik, emperyalizm, kendisine direnen milliyetçi odakların dağıtılması için de kendi güdümündeki iktidarlara talimat verebiliyor artık.
H H H
20’nci yüzyılın başında olduğu gibi, bugün de mücadele Türkiye’de düğümlenmiştir. Türkiye teslim alınırsa, Avrasya direnemeyecek ve mazlum milletlerin kaleleri birer birer düşecek. Türkiye, saldırının boyutlarını kavrayıp, karşı saldırıya geçerse, emperyalistlerin yenilmesi kaçınılmazdır. Bütün mesele, insanlığın, bu tehditten haberdar edilip edilememesidir. Medya onun için birinci derecede bir güçtür. Tabii stratejik aklın elinde olursa!