Fakirin suçu ne?
Ekonomi bilimi denilen şey hayat kalitesi optimizasyonu ise,
Hayat kalitesi beslenmeyle başlar.
Yani gıda, erişilebilir olmak durumundadır.
İşte bu nedenle, ekonomik adalet çerçevesinde en önemli politikaların başında tarım gelmektedir.
Tarım hayatidir, stratejiktir.
Yani beka meselesidir.
Ne yazık ki, bana göre, Türkiye’nin son on yıllarda en başarısız olduğu yer tarım politikalarıdır.
Üzerine çokça yazılabilir, söylenebilir…
Nitekim yazıldı da söylendi de…
Ata tohumu üretiminin nasıl bitirilmiş olduğu gerçeğiyle başlar, tarım alanlarının betona dönüştürülmesiyle veya el değiştirmesiyle devam eder.
Coğrafi ve toprak özelliklerine uygun olarak neyin nereye nasıl ekileceğine ilişkin geçmişten bugüne herhangi bir plana mukabile stratejinin olmaması ise cabası…
Ve nihayet, Nas deneyi yani negatif reel faiz ile birlikte ininden çıkan enflasyon canavarı maliyetleri coşturdu, fırsatçılara zemin hazırladı ve bugün tüketici gıda ürünlerine ilişkin fiyat algısını kaybetti.
Biçilen gelir dağılımı adaleti öyle bir eşitsizlik yarattı ki; gıda tüm kesimler için erişilebilir olmaktan çıktı.
Adeta, zengin 10 milyonluk kaymak tabaka israf edercesine obez olsun; dar gelirli ve fakir yemeyiversin durumu olağan hale geldi, meşrulaştı.
Ve bu süreçte, çiftçi olmak zorlaştı.
Şehirlerle tarım alanları arasında mobilite tesis edilemedi,
Şehre göç teşvik edildi ikinci jenerasyon çiftçilikten vazgeçti,
Kaynaklar etkin kullanılamadı, örneğin bankalar her bir çiftçiye krediyle traktör aldırdı, verimsizlik dikkate alındığında anlamsız yere çiftçiler borçlandı,
Gıda perakende sektöründe karteller oluştu, çiftçiler mallarını onların tahakkümünde onlara, onların istediği şekilde satmak durumunda kaldı; elleri kolları bağlı modern köleler haline geldi,
Artık köy de kalmadı, hepsi mahalle oldu…
Hatta son vergi düzenlemesinde para arayan gelir idaresi gözünü tarıma dikti; yem ve gübreye KDV teklifi getirdi. Muhtemelen tasarıdan çıkacak, lakin hele bu durumda bunun düşünülebiliyor olması bile bana göre absürt.
Ve mevcut durumda,
Artık çiftçiler emeklerinin kaymağını kartelleşmiş sermayenin cebine koyar haldeler.
En iyisinden tarladan çıkan kiraz; sermaye tarafından 70 TL fiyatla çiftçiden toplanıyor ve marketlerde 300 TL’nin üzerinde son tüketiciyle buluşuyor.
Aradaki uçurum açıklanabilir değil!
Kısaca, tahakküm altına girmiş çiftçiler adeta boyun büküyor, kendilerine önerilen fiyata mecbur bırakılıyor; kısaca sermayeye karşı koyacak birlik gücünden yoksun kalıyorlar.
İşte bu nedenle acilen ÜRETİCİ BİRLİKLERİNİN hayata geçirilmesi gerekiyor.
Çiftçi, malını birliğe teslim etmeli ve sermaye, birliğin fiyatını kabul etmeli.
Birlik çiftçilere tohum, alet edevat makine cihaz desteği vermeli; ürün stoklayabilmeli, arzı yönetebilmeli.
Gelişmiş ülkeler bu çözümü üretmişken; biz neden çiftçilerimizi sermayenin vahşi kollarına terk ediyoruz?
Eğer mevzubahis reform ve yapısal dönüşüm ise; tarımda reforma buradan başlanabilir; ithalat alternatifiyle veya fiyat denetimiyle değil.