Erdoğan'ın yöntemiyle nasıl baş edilir?
Azerbaycan’ın Yeni Müsavat gazetesinden Halit Kazımlı, Tayyip Erdoğan’ın iktidara geliş sürecini inceledikten sonra “Bu adam gerçekten de dönemimizin en büyük politikacılarından biri. Kendisini dünyanın en büyük üç popülistinden biri olarak adlandırabiliriz. Şu anda dünyada kendisinden çok konuşan ve benzetme, istihza ve atasözlerinden oluşan ifadelerle nutuk yapan ikinci bir lider yok” diyor:
“Erdoğan, 6-7 yıl önce siyasi faaliyetine yasak konulan biriydi. Bugün kendisi başkalarının siyasi faaliyetini yasaklıyor.
Erdoğan, meydanları kükretmeyi, haykırmayı Fransız De Gaulle, İtalyan Mussolini gibi iyi biliyor. Başından beri belagata meyilli Türklerin ihtiyacını Erdoğan, fazlasıyla karşılıyor. Herhangi bir gazetede birisi kendisine karşı bir şey yazmışsa, Erdoğan, söz konusu gazeteciyi bile hedef alıyor. Geçtiğimiz günlerde, bazı köşe yazarlarını ‘köpekleriyle yatıp kalkanlar’ olarak adlandırması, tartışmaya neden olmuştu.
Demokrasiden yararlanarak, ülkenin başına geçen bir politikacının, bu kadar antidemokratik bir tarzda davranmaması gerektiği, gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Ülkenin önde gelen birçok gazetesini ele geçirmekle kalmayıp aynı zamanda yazan, konuşan rakipleri susturma ve çökertme yolunu tercih eden Erdoğan, artık sadece Türkiye demokratlarını değil, aynı zamanda demokrasinin dünya çapında yayılmasını ve gelişmesini isteyenleri de rahatsız ediyor.”
***
Peki Erdoğan’ı üstünde taşıyan siyasi dalga, mevcut konumuna nasıl gelebildi?
Dini, siyasetlerinin temel aracı olarak düşünüp türban ve imam-hatip gibi konuları kullanarak değil mi? Tabii, onlara bu fırsatı veren sözde laiklerin meydana getirdiği mağdur kitleleri arkalarına alarak!
Diğer İslâm ülkelerinde ise tem tersi bir durum yaşanıyor. Türkiye’de rejime karşı çıkmak İslâm’ın gereği gibi sunuluyor, İslâm ülkelerinde ise siyasi rejime karşı çıkmak Allah’ın iradesine karşı çıkmak olarak propaganda ediliyor. Mısırlı Prof. Muhammed Arkun, El Ahram gazetesinden Recep El Benna’ya, İslam dünyasının bu kafa yapısı yüzünden geri kaldığını söylüyor.
AKP, Anayasa’yı değiştirip kendi rejimini kurabilse, herhalde aynı yolu takip edecek!
Arkun’a göre, “İslâm dünyasındaki on asırdır aynı söylem tekrarlanıyor ve bu söylem duyguları körüklüyor, ancak akıllara hitap etmiyor. Bu dini söylem çoğu zaman hurafelerin yayılmasını sağlıyor ve muhalefet edenler hakkında kolayca dinden çıkma hükmü veriyor. Sorun ‘kapalı çitin’ esiri haline gelinmesi. İslâm dünyasında özgür düşünceye, akılcı mantığa ve eleştiriye yer olduğu gün, gerileme dönemi sona erecek ve Rönesans çağı başlayacaktır.”
***
Atatürk de bu zihniyetten şikayetçiydi ve “Vaktaki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler. Sıffin vakasında Muaviye’nin askerleri, Kur’ân-ı Kerim’i mızraklarına diktiler ve Hz. Ali’nin ordusunda, bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler; işte o zaman hak olan Kur’ân, haksızlığı kabule vasıta kılındı. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler. (...) Böyle şerre alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din, daima siyaset vasıtası, menfaat vasıtası, istibdat vasıtası yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyleydi, Emeviler, Abbasiler zamanında da böyle oldu” diyordu.
Türkiye Cumhuriyeti de 1950’den beri aynı virüsün tehdidi altındadır.
Hurafeleri dinin kendisi zanneden milyonlarca insanın beynindeki “çit” leri kırmadan, istismarcıların yükselişini durdurmak mümkün değildir.