Erdoğan’a operasyon!
Yandaş medya, “Başbakan ne yaptı da bu operasyonu hak etti?” sorusunun cevabını arıyor.
Evet, o cenahın kesin kanaati, yahut inanmasalar da gün 24 saat söyledikleri, “17 Aralık operasyonu” bir “Erdoğan’ı götürme operasyonu!”
Öyle olduğu içindir ki suçun tamamını Gülen cemaatine yükleyip, cemaate ait iş adamları, finans kurumları, dershaneler ve para basan bütün müesseseler Erdoğan’ın, devlet gücü ile üzerine yüklenmeye başladığı ve sonuna kadar da gideceğini defalarca dile getirdiği “hedef” kurumlar haline geldi.
Devletin icra organı olan hükümetin devlet içindeki paralel yapılanmalara izin vermemesi kadar normal bir şey olamaz. Her ne kadar, “Ne istediler de vermedim” diyerek hükümet, hatta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günden beri “Cemaatin emrinde” olduğunu itiraf etmiş olsa ve her ne kadar, diğer paralel devlet “KCK’ya” toz kondurmasa da, Sayın Erdoğan, diyelim ki, doğru yapıyor...
Yani, “kendini hedef alan” bir yapılanmayı maddî-manevî bitirmek istiyor...
İyi de...
O zaman müstafi İçişleri Bakanı, müstafi Ticaret Bakanı ve müstafi TOKİ’den sorumlu Erdoğan Bayraktar’ı ve onların sahibi oldukları her ne varsa, onları, niye, cemaat ve kurumlarına layık gördüğü muameleye layık görmüyor?
Yaptıkları işlerle Erdoğan’ı açık seçik hedef alan bu kişiler değil mi? Görüntüler ortada, Cumhuriyet Savcılarının iddiaları ortada, mahkemelerin verdiği mahkûmiyet kararları ve bu kararlara yapılan itirazların reddi, ortada... Cemaat için ne böyle bir mahkeme kaydı, ne böyle bir görüntü var, sadece bir tahmin ve kanaatle kendilerine yükleniliyor.
Yani kendi bakanlarının ve o bakan ailelerinden kimilerinin Erdoğan’ı bitirmek için yaptıkları icra-i faaliyetler daha elle tutulur, daha net...
Hatta Sarraf denilen iş adamının 8 ay önce MİT tarafından hükûmet, yani Erdoğan, yani Türkiye için tehlikeli olduğu tespit edilip Başbakan’a bildirilmiş. Hal böyle iken Erdoğan kendisini bitirmek için rüşvet çarkının düğmesine basmış olan Sarraf’ı koruyor, savunuyor, iyiliksever bir iş adamı diye sahipleniyor.
Oysa cemaate yaklaştığı mantıkla yaklaşmış olsa, “Beni bir para aklayıcısı, bir kaçakçı bitiremez, çünkü ben devletim, devlet bu tür kanunsuzları bitirir” demesi ve gereğini de yapması lâzım gelirdi.
Tam bu noktada aklıma bir fıkra geldi.
Çok yemesi ile meşhur vezirlerden birini bir zengin iftara çağırır. Tatlısı, tuzlusu, etlisi sütlüsüyle sofrada ne var ne yok götüren veziri hararet basar ve ev sahibinden koca bir tas hoşaf istenir.
Vezir hoşafı içer, “Oh, öldüm, bittim...” der, dinlenir.
Lâkin tası elinden bırakmaz, yine içer, “Of, öldüm, bittim!” der, tası elinden yine bırakmaz.
O içtikçe yutkunan misafirlerden biri artık dayanamaz..
“-Efendim! Müsaade etseniz de, biraz da biz ölsek!..”
Der...
Neyse, bu fıkrayı niye anlattığımızı unuttuk ve nereye bağlayacağımızı da bilemedik, özür dileriz...
Başa dönecek olursak..
Sayın Başbakan “hükûmet dışı” bitiricilere şahin, “hükûmet ve iktidar dahilindeki ‘bitiriciler’ ve onlara el kol olanlara” ise, güvercin...
Vatandaş mı?
Vatandaş, bu “Serçe” ve “Güvercin” tavırlar arasında kalmış, itiraz etse işinden atılıp sokakta kalacağını, ölse soğuk su ile yıkanacağını görüyor ve...
Sînesinden yükselen yanık sesi ile şu türküyü söylüyor:
“Hep kuşlar yuva yapar..
Serçe kadar olamadım!”