Emeklilerin sesi neden çıkmıyor?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde düzenlenen 15. BRICS Zirvesi'ne video konferans ile katıldı ve gelişmekte olan ülkelere kredi veren Batılı ülkelerin onları mali esarete sürüklemeyi amaçladığını söyledi.
Putin, “Brezilya Devlet Başkanı Silva, gelişmekte olan ülkelerin borç yükünden bahsetti. Elbette bir yandan kaynaklar büyük miktarlarda dışarı pompalanıyor. Öte yandan krediler alanında öyle bir ilişki oluşuyor ki bu kredilerin geri ödenmesi neredeyse imkânsız hale geliyor. Kredi borcuna değil tazminata benziyor” dedi.
***
Putin’in borç yüküyle ilgili sözleri, Türkiye’nin fotoğrafını da yansıtıyor. Türkiye, uzun süredir borcunu borçla ödeyen bir ülke durumundadır.
David C. Korten, yıllar önce “When Corporations Rules the World” adlı kitabında rakamlar vererek, “Bugün başarılı şirketlerin ekonomideki kontrolü, eskinin komünist Rusya’sında Moskova’nın elde edebilmiş olduğu kontrolden çok daha fazladır.” dedikten sonra durumu şöyle izah etmişti:
“Durum neredeyse uzaylıların dünyayı istila ederek sömürgeleştirmesi ve insanları çaresiz işçiler haline dönüştürmesi gibidir.
Piyasanın serbestliği, paranın serbestliği demektir. Bugün 358 kişi dünyanın en fakir 2.5 milyar kişisi ile aynı mali güce sahip olduğuna göre, piyasanın adaletli ve verimli bir performans göstermesi beklenemez. Modern kölelik başlamıştır...
Borçlu ülkelerin büyük çoğunluğu var olan dış borçlarını yeni dış krediler alarak ödemektedir. Daha fazla borç aldıkça, dışarıya bağımlılık daha da artmaktadır ve bütün çabalar ekonomik gelişmenin nasıl sağlanacağı konusunda harcanacağı yerde, nasıl daha fazla borç alınabileceğine yöneltilmektedir. Belli bir süre sonra, durum uyuşturucu bağımlılığı gibi olur...”
Korten’in bu değerlendirmeleri üzerine, 2000 yılında, “Türkiye’yi yönetenlerin, ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ demesinin bir anlamı kalmamıştır. Egemenlik diyeceklerse, bu şirketler komünizmin karşısında, sadece Türkiye için değil, bütün insanlık için nasıl bir çözüm düşündüklerini açıklamak durumundadırlar. Cumhuriyetin koruyucu ve kollayıcıları da, sadece irtica karşısında değil, bu tablo karşısında ne yapacaklarını bir an önce ilan etmeli, bu kandırmaca sona ermelidir.” diye yorum yapmıştım...
***
Prof. Dr. Veysel Ulusoy, Cumhuriyet’teki “Emeklinin oturduğu bank” başlıklı yazısında Türkiye’deki acı tabloyu resmetti.
Ulusoy, çalışanlara yapılan ortalama yüzde 25 zammın güvenin azalmasına sebep olduğunu ve son dönemde üç durumun biraz öne çıktığını belirtti ve şöyle dedi:
“- Kök maaşlarından dolayı zam almayan milyonlarca emeklinin hâli.
- Barınmanın artık sorundan öte bir toplumsal çöküntü yaratması.
- Gerçek enflasyonun söylenenden çok farklı olması.
Yıllarca maaşlarından kesilen ve sosyal sigorta kurumunu yaşatan meblağın iki dudak arasına sıkışmış birkaç cümle ile eritilmesi, son dönemde sadece kısıtlı tüketici olan emeklilerin güvenini düşüren ve ekonominin geneline yayan bir etken olmuştur.
Banklarda oturup günlerini geçiren ve sadece ‘Ne olacak bu ekonominin hali?’ yerine ‘Ne kadar fakirleştik’ düşüncesini benimsemiş bir kitle var artık.”
***
Tablo böyledir ama anlaşılıyor ki 7500 liraya geçinmeye çalışan örgütsüz emeklinin ses çıkaracak mecali bile kalmamıştır!
İktidar, emekliyi neredeyse kayıtlardan düşürmenin çaresine bakıyor da muhalefetin durumuna ne demeli?
Ekonomik bir çözüm projesi sunması gereken muhalefet, hâlâ seçim yenilgisinin kime fatura edileceği üzerinde durmakla oyalanıyor.
Muhalefetin seçimlerdeki en büyük vaadi, İngiliz sermayesinden 300 milyar Dolar getirmekti. Yani uyuşturucu bağımlılığına devam... İktidar da bunu yapmaya çalışıyor zaten...
Açlığa mahkûm edilen emeklilerin haklarını takip etmek, barınma sorunu konusunda bir çözüm sunmak, enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığını, halkın kandırıldığını söylemek bu kadar zor mu?
Herhalde onlar da can derdine düşmüş ki emekliler için kılları bile kıpırdamıyor! Sosyal medyadaki “Oylarını iktidara verdiler. Beter olsunlar” söyleminden de etkilenmişler ki muhalefetin de hiç sesi çıkmıyor!