Elde var "teröristle eş değer" görülme!
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Amerikan Başkanı'nın, Washington'daki görüşmesinden sonra kimin ne söyleyeceği, görüşme yapılmadan, hatta Erdoğan ABD'ye gitmeden zaten belliydi. Dün ve bugün devam eden "kritik"lerin bu yönüyle "tiyatro" olduğunu kabul etmeli.
ABD, gezisi nasıl geçmiş olursa olsun "yandaş"lar, "yanlı"lar, "taraftar"lar, "müstemleke" kafalılar ve dahi elbette "dalkavuk" taifesi Amerikalıları dize getirdiğimizden bahisle yeri göğü zafer naralarıyla inletecek, "muhalif"ler, "müzmin muhalif"ler ve "anti-emperyalistler" de yine gezi nasıl geçmiş olursa olsun ezildiğimizi, büzüldüğümüzü, ağzımıza çalınan bir parmak balla eli boş halde ve üzerine de bir dizi taviz vermiş olarak döndüğümüzü ileri sürecekti. Toplumsal algı, kaçınılmaz olarak, bu mühendislikleri yürütenlere duyulan yakınlık oranında şekillenecekti.
Nitekim, Trup görüşmesiyle ilgili olarak "Reis"le gurur duymayanları "vatan haini" ilan edenlerle, "Reis"le gurur duyanları "vatan haini" ilan edenler arasında tırmanan öfkeye bakılırsa; tam on iki; "olağan final" sapmasız gerçekleşti!
***
Herkesin, her şeyi, sadece ama sadece kendi penceresinden göründüğü şekliyle kabul ettiği ortamda, kimin penceresinden, hangi gözlükle bakarsanız bakın değişmeyecek, yoruma yer bırakmayan, şöyle bir somut süreç var elimizde halbuki:
Türkiye ile ABD arasında, Suriye üzerinden gelişen ihtilaflı süreçte;
Trump, PKK'lı terörist Ferhat Abdi Şahin'i, "Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Başkomutanı" olarak tanıdı, mektuplaştı, konuştu, övgü ve teşekküre boğdu. Türkiye'yi bu 'terörist başı vekili'yle müzakereye zorladı.
Erdoğan ise, ABD'den, dünyaya "Mazlum Kobani" operasyonel adıyla sunulan bu PKK'lının Türkiye'ye teslimi istedi.
ABD ziyaretinde de;
Erdoğan, Ferhat Abdi Şahin'in, Türkiye'deki yüzlerce insanın ölümünden sorumlu olduğunu, İmralı'daki caninin onu "manevi oğlu" saydığını tekrarladı. Trump'a, bunu kanıtlayan belgeler verdiğini söyledi.
Trump ise, kendisine yöneltilen "Mazlum Kobani'yi hâlâ Beyaz Saray'a davet etmeyi düşünüyor musunuz?" Sorusuna, Erdoğan'ın ve bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka, "Onunla iyi bir görüşmemiz oldu. Onunla beraber çalışıyoruz. Ve sizin harika başkanınızla da beraber çalışıyoruz." Cevabını verdi.
Dik durma, diklenme yahut adına her ne diyorsanız, onurumuzu korumanın yeri ve zamanı tam orası ve o andı; Türkiye devletini temsil eden heyet nezdinde o cevabı "dinledi".
Ölçüm çok basit:
Trump'un, "harika", "şahane" yahut "muhteşem" demiş olması, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'yla, o PKK'lı teröristin "müttefiklik" değerini algıda eşitlediği gerçeğini değiştirir mi?
Bu tablonun neresiyle, nesiyle övünelim, bırakın övünmeyi nasıl hazmedelim şimdi!
Bu soru bile aklayamaz
Başkalarını bilemem, tıpkı Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi, Hilal Kaplan da benim "gazeteci arkadaşım" değildir. Ama şahsından bağımsız olarak, Trump'a sorduğu sorunun nesi beğenilmedi anlayamadım. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyor bile olsalar, eğri oturup, doğru konuşmakta yarar var; aynı soruyu bir başkası sormuş olsa, şu anda çoktan "milli medya kahramanı" ilan edilmiş, omuzlarda taşınıyor olurdu.
Ha, Kaplan'ı da omuzlarımızda mı taşıyalım yani?
O kadar uzun boylu değil. Tek soruyla aklanamayacak kadar kabarık, onun son 10 yıllık tahrip sicili!
Bunlar değilse kim cani?
İzmir'de koca koca adamlar, aynı işyerinde çalıştıkları yüzde 50 engelli yani zaten kendini savunabilmesi güç olan genci, bir de streç filmle sarıp, hareket etmesini tamamen engelliyorlar. Peşinden, şiddet eşliğinde -dosya gizli ama- avukatının imalarından, annesinin aklına geldikçe delirecek noktaya gelişinden, aile üyelerinin o "içlerinin almama" halinden, gözyaşlarından ve toplumun bir kesiminin sapkınlaşma hızından tahmin etmenin hiç de güç olmadığı bir dizi tacize girişiyorlar. Bir de yaptıklarını cep telefonuna kaydediyorlar. Bu arada söz konusu tacizin birden çok defa yaşanmış olma ihtimali de var.
Ve bunu yapanlar, "sarkıntılık yoluyla istismar"dan yargılanıyorlar; öyle bir anlık bir şey gibi.
Sürpriz olmayan biçimde üç buçuk ay yatıp çıkıyor; aramızda dolaşıyorlar.
Hukukçu değilim, insan olarak, bir davranışın, hukuken de "canice" sayılabilmesi için daha ne yaşanması gerekiyor gerçekten merak ediyorum; o gencin ölmüş olması mı mesela?
"Canice" demek, "caniye yakışır biçimde" demek.
Türk Dil Kurumu "acımasızlık, gaddarlık" olarak tanımlıyor caniliği; "acıması olmayan, başkalarına haksızlık eden, merhametsiz, katı yürekli, insafsız davranan, kıyıcı" …
Bu tanımların tamamına hatta daha fazlasına da "yakışır" bir fiilin failleri bile değilse Allah aşkına söyleyin kimdir "cani"?